DarkForum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

DarkForum

Free
 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 _GENEL_KÜLTÜR_

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
!_RaiN_MaN_!
Yeni Üye
Yeni Üye
!_RaiN_MaN_!


Mesaj Sayısı : 82
Kayıt tarihi : 25/04/07

_GENEL_KÜLTÜR_ Empty
MesajKonu: _GENEL_KÜLTÜR_   _GENEL_KÜLTÜR_ Icon_minitimeNisan 27th 2007, 10:54 am

*****Mehmet Akif ERSOY*****


Elleri üşüyordu.

Ama yüreği sımsıcaktı.

O günlerde büyük bir maddi sıkıntı içindeydi.



Ankara'nın soğuğunda ceketle gezerdi. Paltosu yoktu.



Çok soğuk günlerde arkadaşı Şefik Kolaylı'nın muşambasını ödünç alarak

giyerdi.

7 Kasım 1920'de gazetelerde yer alan bir ilan gördü.

Genelkurmay Başkanlığı'nın isteği üzerine Milli Eğitim Bakanlığı'nın

verdiği ilanda bir istiklâl marşı yarışması açıldığı ve bu marş için

500 lira para ödülü konulduğu bildiriliyordu. O zamanlar için çok büyük

bir para olan bu ödülleneler alınmazdı ki!

Dönemin en güçlü şairlerinden biri olan Mehmet Âkif bu ilanla hiç

ilgilenmedi.

Yarışmaya 724 şiir katıldı.



Fakat hiçbirisi istenilen nitelikte bulunmadı.

Bunun üzerine dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver ve

arkadaşları Mehmet Âkif'e başvurdular.

Âkif ise millet için yapılacak bu işi para için yapamayacağını

belirterek başvuruyu geri çevirdi.

Bunun üzerine Hamdullah Suphi Bey kendisinin yarışma dışında tutulacağı

sözünü

Vererek yarışmaya katılmasını rica etti.



Ve Mehmet Âkif İstiklâl Marşı'nı yazmaya başladı.

Ankara'da gece gelen ilhamı kaçırmamak için bazı dörtlükleri mum

ışığında Taceddin Dergahı'nın duvarlarına kazıdı.

Her kelimesine yüzlerce vatan evladının canını feda ettiği özgürlük

marşımız Âkif'in kalemiyle en güzel ifade tarzını buldu.

17 Şubat 1921'de Sebülirreşad dergisinde yayımlandı.



1 Mart 1921'de Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver TBMM'de,

insanların ancak kendi eserlerinden esirgemeyecekleri bir sesle okudu

Âkif'in şiirini.

Okunurken şiddetli alkışlarla defalarca kesildi, ruhları bir heyecan sardı.

12 Mart 1921'de dört defa okunup ayakta alkışlanmış, meclisi bir coşku

tufanı kaplamıştı.



Alkışlarla meclis inlerken Mehmet Âkif mahcubiyetinden başını kolları

arsına alarak, sıranın üzerine yumuldu.

Mecliste duramayıp dışarı çıktı.



Milleti için yaptığı bu işte alkışlarla gurur duyma ücretini bile çok

gördü kendine.

Âkif'in şiiri,12 Mart 1921'de meclis tarafından milli marş olarak kabul

edildi.

Verilen ödülü kabul etmemesi o zaman bazı kimselerce tuhaf karşılandı

ama o bunlara aldırmadı.

Hala üşüyordu.



Yine arkadaşından aldığı ödünç paltoyu giyiyordu.

Bir gün Şefik Bey ona:

- 'Şu mükafatı reddetmeyip bir palto alsan olmaz mıydı?' diyecek oldu.



Mehmet Âkif böyle konuştuğu için tam iki ay Şefik Bey'le hiç konuşmadı.



Artık Ankara'nın çok soğuk günlerinde de ceketle dolaşıyordu.

Mehmed Âkif'in ölümünden kısa bir süre önce Hakkı Tarık Us'un da

Aralarında bulunduğu misafirler, Âkif'i ziyarete gelmişlerdi.

Âkif, bitkin bir durumda olduğu için yatağına uzanmıştı.



Söz İstiklâl Marşı'na intikal etmiş ve misafirlerden biri:

- Acaba, yeniden yazılsa daha iyi olmaz mı? demişti:



Bitap bir halde yatan Mehmed Âkif, birdenbire başını kaldırdı ve kesin

Bir cevap verdi:



-Allah, bir daha bu Millete bir İstiklâl Marşı yazdırmasın!...

Evet, Allah, bu Milleti bir daha İstiklâl Marşı yazmaya mecbur etmesin

ve bu Milletin istiklâl ve hürriyetini tehlikeye düşürmesin.

Merhum Âkif, bu eseri Türk Milleti'ne ve Kahraman Ordumuza hediye etmişti.

Bundan dolayı eseri SAFAHAT'a almak istemiyordu.



Vefatından sonra tam metin, yani on kıta olarak Safahat'ta neşredildi.



Elleri üşüyen ama yüreğinde vatan ve millet aşkından kocaman bir alev

barındıran bu büyük insan, Türk bayrağı dalgalandıkça bu millet var

oldukça unutulmayacak, kalplerde yaşayacaktır...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
!_RaiN_MaN_!
Yeni Üye
Yeni Üye
!_RaiN_MaN_!


Mesaj Sayısı : 82
Kayıt tarihi : 25/04/07

_GENEL_KÜLTÜR_ Empty
MesajKonu: UYKU_NEDİR_?   _GENEL_KÜLTÜR_ Icon_minitimeNisan 27th 2007, 10:57 am

UYKU NEDİR__?

Ortalama olarak yaşamımızın üçte birini uykuda harcamaktayız - diğer aktivitelerde harcadığımızdan daha fazla bir zaman. Kendimizi iyi hissetmemiz için gerekli ve hayati bir şey olan uykunun bu kadar çok bölümünün halen bir bilinmeyen olması merak uyandırıcıdır. Son 50 yılda pek çok araştırmacı uyuma paternlerini ve uyuduğumuzda ortaya çıkan fizyolojik ve nörolojik değişiklikleri araştırmıştır. Nasıl uyuduğumuzla ilgili çok şey bilinmektedir - fakat niçin uyuduğumuz hakkında çok az şey biliyoruz.
Böyle olduğunda bile, herkes kötü bir gece uykusunun etkilerini bilir ve herkes uykunun ve iyi bir gece uykusundan sonra dinçleşmiş ve dinlenmiş kalkmanın yararlarını bilir. Bu yararları hissetmediğimiz zaman, uyku hakkında düşünmeye başladığımız ve uykumuzu iyileştirmenin yollarını aradığımız zamandır.

Normal uyku

Son 50 yılda nörolojik, endokrinolojik ve fizyolojik açıdan uyku ile ilgili çok şey yapılmıştır. Bunu takiben artık nasıl uyuduğumuz ve uyuduğumuzda ya da uyumadığımızda oluşan değişiklikler hakkında çok şey bilinmektedir.

Uykunun evreleri

Uykuya daldığımızda, bilinç düzeyimiz değişir ve iki uyku tipi arasında gidip geliriz:

- non-REM uykusu

- REM (hızlı göz hareketleri) ya da paradoksal uyku

Non-REM uykusu

Non-REM uykusu, uykunun gidişatı sırasında ortaya çıkan elektroensefalografik değişimlere dayanarak sıklıkla dört evreye ayrılmaktadır.

- Evre 0- Bütünüyle uyanıklık değişmiştir.

- Evre I- Uyku basması. Bu, uykuya dalmakta olan bir kişinin karşılaştığı durumdur. Eğer kişi uykunun bu evresinde uyandırılırsa etrafında olup bitenden tamamen haberdar olmamasına karşın genellikle uyanık olduğunu söyleyecektir.

- Evre II - Uykunun bu evresinde bilinç, kişi uyandırıldığında uykuda olduğunu hatırlayabilmesine yeterli olacak şekilde EEG paternleri.

- Evre III ve IV - Yavaş dalgalı uyku.

REM uykusu

Hızlı göz hareketleri (REM) uykusu, uykunun rüya görülen evresidir. Bu evre uykunun diğer evrelerinin arasına serpiştirilmiştir. Çok sayıda farklı özellik ile bağlantılıdır. Aynı zamanda paradoksal uyku olarak da bilinmektedir; çünkü önceleri, hızlı göz hareketleri ve huzursuzluğun eşlik etmesi araştırmacılara bu uyku evresinin hafif uyku olduğunu düşündürmüşse de, kas paralizisinin de olaya eşlik etmesiyle aynı zamanda paradoksal olarak da ağır bir uyku olduğu saptanmıştır.

Uykunun gece paterni

Uykuya daldığımızda non REM uykusunun dört evresinden hızla geçeriz ve ilk doksan dakikanın çoğu, yaklaşık on dakikalık REM uykusunun takip ettiği evre IV uykusunda harcanmaktadır. Bu patern kendisini, her bir döngüdeki REM uykusunda daha fazla zaman harcanacak şekilde, gece boyunca dört ya da beş kez tekrar eder. Uyanmamızdan önce REM uykusunda bir saat kadar zaman harcarız. REM uykusunda harcanan zaman yüzdesi doğumdan sonra gittikçe azalır ve (doğumda % 50) üç yaşında % 33 e, 11 yaşında % 27 ye ve ergenlikte de yaklaşık %25 e düşer.

Uyku ve uyanıklık ritimleri

Vücudun günlük ritimleri iyi bilinmektedir. Uyku bu doğal ritimlere sıkıca bağlı olan pek çok vücut fonksiyonundan birisidir. Bu ritimlerin uykudaki önemleri, uzun uçak yolculuğundan sonra ortaya çıkmaktadır. Vücut saatimizin, normalde uyku ve uyanıklık ile ilişkili olan dış uyarılarla ayarlanmadığını bu tür yolculuklarda ayrımsarız.

Uyku problemi olan kişiler sıklıkla doğal uyku ve uyanıklık ritimleri normalin dışında olanlardır. Bunlar gece vardiyasında çalışanlar veya küçük bebek sahibi ebeveynler ya da kendilerini geç kalkma ve ardından da yatma saatinde uyuma güçlüğü çekme alışkanlığına kaptırmış kişilerdir. Pek çok Akdeniz ülkesinde görülen uyku paterni -örneğin öğleden sonraları, özellikle sıcak havalarda iş arası verip uyuma - doğal uyku ritmimize Kuzey Avrupa ve Kuzey Amerika da sıklıkla görülen paternden olasılıkla daha yakındır.

Hormonlar ve uyanıklık

Adrenalin ve kortikosteroid düzeyleri uyanık olduğumuzda daha yüksektir - aslında uykuda olduğumuzda adrenalin düzeyleri çok azalır. Buna karşılık, büyüme hormonu ve diğer yenileyici hormonların düzeyleri uykuda daha yüksektir.

Melatonin uykuyu harekete geçirir ve bu gerçek, insanların uçak yolculuğunda ortaya çıkan gece ve gündüz paternlerine uyum sağlamalarıyla sonuçlanacak şekilde, vücudun hormonal döngülerinin bazılarını değiştirerek, uzun süreli hava yolculuklarının etkilerinin üstesinden gelmek için yardımcı olmak üzere, kişilere bir melatonin eşdeğeri ilaç verilerek araştırılmaktadır.

Ne kadar uykuya gereksinmemiz var?

Fizyolojik faktörler

Herkes farklılık gösterir - sıklıkla bir gecede 8 saatlik uykunun azalmış formu herkes için geçerli değildir. Bazı kişilerin bundan daha fazlasına gereksinimi varken diğer taraftan başka insanlar bir gecede sadece 3 ya da 4 saatle yetinmektedir.

Tarih her gece birkaç saatlik uykuya gereksinim duyan başarılı liderlerin hikayeleriyle doludur - Napolyon ve Churchill bunlardan ikisidir. Diğer taraftan Einstein bazen günün 16 saatini uykuda harcayan uzun bir uykucuydu.

Uykunun miktarı yaşla değişkenlik gösterir. Yeni doğmuş bebekler günün 20 saatini uykuda harcamaktadır. Yaklaşık 2 yaşında uykuya gereksinim azalmaktadır, buna karşın küçükler halen erişkinlerden daha çok uykuya gereksinim duyar. Çocukluğun ileri yaşlarında ortalama uyku saatleri erişkin ortalamasının sadece çok az fazlasına kadar düşer. Ergenlikte uyku paternleri değişken hale gelir ve bazı gençler 11 yaşında olduklarından daha fazla uykuya gereksinim duyar görünmektedir. 16-17 yaşlara geldiklerinde, insanların çoğu, yaklaşık kırk beş yaşına kadar sürecek olan uyku paternlerini edinirler.

Yaşlı kişiler daha hafif uyuma eğilimindedir ve genellikle gençliklerinde gereksinim duyduklarından daha az uykuya gerek duyarlar - 70 yaşında olduklarında gecede ortalama sadece 6 saat (Bu ortalama bir değer olduğu için pek çok kişi bundan daha azına gerek duyacaktır). Uykusuzluktan yakınan pek çok yaşlı kişi aslında yaşları için normal uyumaktadırlar, fakat onlar gençlik yıllarında hatırladıkları uykularını stilleriyle karşılaştırmaktadırlar.

Çevre faktörleri

Bu bireysel farklılaşmalardan daha önemli olarak bir toplumdaki ortalama uyuma miktarı dış faktörlerden etkilenmektedir. Örneğin; elektriğin genel kullanımından önce insanlar uyuma paternlerini gün ışığının paternlerine daha fazla bağlamışlardı; bu özellikle de mevsime bağlı olarak oldukça değişkenlik gösteren gün ışığı miktarının olduğu yerler olan yüksek bölgelerde daha belirgindi. Biz doğal olarak çevremizdeki insanlarla aynı zamanda uyuma eğilimindeyiz. Tüm toplumlarda karanlığın uykunun ana harekete geçiricilerinden biri olduğu bizi şaşırtmamalıdır. Bu doğal ritim gece işçilerinde olduğu gibi şaşarsa uyku ile ilgili problem sıklıkla ortaya çıkar.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
!_RaiN_MaN_!
Yeni Üye
Yeni Üye
!_RaiN_MaN_!


Mesaj Sayısı : 82
Kayıt tarihi : 25/04/07

_GENEL_KÜLTÜR_ Empty
MesajKonu: Devekuşlarının Baş Gömmesi   _GENEL_KÜLTÜR_ Icon_minitimeNisan 27th 2007, 10:58 am

Devekuşlarının Baş Gömmesi

Bu inanç ve görüşün nereden kaynaklandığı bilinmiyor. Güya devekuşu başını kuma gömünce düşmanlarını ve gelecek tehlikeyi görmez, onun için de rahatlarmış. Güney Afrika'da 80 sene boyunca yapılan gözlemlerde böyle bir olay görülmemiştir. Hiçbir devekuşu kafasını kuma gömmeye teşebbüs etmemiştir. Zaten bunu yaparlarsa boğulacakları da kesin.

Her ne kadar beyinleri gözlerinden küçük olsa da, kuş dünyasının en akıllılarından olmasalar da, devekuşları kendilerini gizlemek için başlarım kuma gömecek kadar da aptal değillerdir. Bu görüntünün asıl nedeni devekuşu yavrularının yırtıcı hayvanların saldırılarına karşı açık ve korumasız olmalarıdır. Onlar yetişkin devekuşları gibi hızlı koşup kaçamazlar. Bir tehlikeyi sezdiklerinde aniden kendilerini bulundukları yere bırakarak, hareketsiz kalıp çevreye uyum sağlayarak düşmanlarının dikkatlerinden kaçtıklarını ümit ederler.

Anne devekuşları bazen bütün vücutlarını, kanatlarını da açarak toprak üzerine yatırırlar ve yavrularını güneşin kavurucu etkisinden korumaya çalışırlar. Ayrıca devekuşlarının dinlenirken boyun kaslarını rahatlatmak için veya çok sık olmasa da uyurken bazen bu pozisyonu aldıkları biliniyor. Hatta bir görüşe göre, bu pozisyonda kafalarını yere dayayıp düşmanlarının ayak seslerini dinledikleri de ileri sürülüyor.

Daha yumurtadan çıkar çıkmaz erişkin bir tavuk büyüklüğünde olan devekuşu yavrularının uzun boyunları genellikle bej rengindedir ve üzerlerinde siyah çizgiler vardır. Bu renklerle otların renkleri ve gölgeleri karışarak iyi bir kamuflaj imkanı sağlar. Bu durumda otların aralarına başlarını soktuklarında vücutları görünürken boyun ve baş kısımları görülmez. Görülmeyen başın kurna gömülmüş gibi insanlar tarafından algılanmasının nedenlerinden biri de bu olabilir.

Bu tip uçamayan büyük kuşların başlarını kuma gömme gibi aptalca bir savunma sistemine zaten ihtiyaçları yoktur. İşitme ve görme duyuları son derecede iyidir. Boylarının da avantajı ile çevreyi çok iyi gözleyebilirler. Düşmanı diğer av adaylarından önce sezebilirler.

3 metrelik boylarına ve 100 - 150 kilogramlık ağırlıklarına rağmen saatte 50 kilometre hızla koşabilirler. Köşeye sıkıştıklarında ise kolay teslim olmazlar. Çok seri ve kuvvetli tekme atabilirler, uzun boyunları sayesinde düşmanı yaklaştırmadan mücadele edebilirler
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
!_RaiN_MaN_!
Yeni Üye
Yeni Üye
!_RaiN_MaN_!


Mesaj Sayısı : 82
Kayıt tarihi : 25/04/07

_GENEL_KÜLTÜR_ Empty
MesajKonu: BÖCEKLER DAHA MI ÜSTÜN??   _GENEL_KÜLTÜR_ Icon_minitimeNisan 27th 2007, 11:00 am

Böcekler Daha mı Üstün?

Biz insanlar kendimizi tabiattaki en mükemmel varlık olarak kabul eder, dünyanın asıl sahibi olduğumuzu zannederiz. Oysa diğer canlılar bir yana insanlar böceklerle yaptığı savaştan bile galip çıkamamıştır. Bir kere böcekler, insanın ortaya çıkmasından milyonlarca yıl önce de dünyada yaşıyorlardı.

O devirlerde onlarla birlikte yaşayan, başta dinozorlar olmak üzere, bir çok canlı türü tabiattan silindikleri halde, onlar çoğalma kapasiteleri ve farklılaşarak yeni türler çıkarma yetenekleri sayesinde günümüze kadar gelebilmişler, okyanusların derinlikleri hariç dünyanın her köşesinde yaşamayı başarmışlardır.

İnsan en baştan beri böceklerle savaş halindedir. Bilim ve teknolojinin bu kadar gelişmesine rağmen insan bu savaşta nihai zafere ulaşamamıştır. Halbuki böcekler fare piresi ile yayılan veba mikrobu aracılığıyla tarihte 100 milyonun üzerinde insanın ölmesine sebep olmuşlardır. Böceklerle taşınan virüs, bakteri ve mikropların insana verdiği zarar ve zayiata tarih boyunca hiç bir savaş sebep olamamıştır.

İlk bakışta boyutlarının küçüklüğü böcekler için bir dezavantaj olarak görülebilir. Oysa böceklerin insanlarla savaşlarındaki başarılarının en önemli faktörlerinden biri de bu boyutlarındaki küçüklüktür. Böcekler bu bedenleri ile her yere girebilmekte, kolaylıkla kaçabilmekte, saklanabilmekte, gıdamıza ortak olmakta, evimizde yaşamakta hatta kanımızı bile emebilmektedirler.

Böceklerin beden yapılarının küçük olması, onların çok kuvvetli bir kas sistemine ve inanılmaz fiziksel özelliklere sahip olmalarını sağlamıştır. Bacak uzunluğu 1,2 milimetre olan bir pire 196 milimetre yüksekliğe sıçrar ve 330 milimetre uzaklığa rahatça atlar.

Eğer insanoğlu kendi bedenine göre pire kadar kuvvetli olabilseydi bacak uzunluğu 90 santimetre olan ortalama bir insan 146 metre yüksekliğe sıçrayabilir, 247 metre uzağa atlayabilirdi. Muhteşem kas yapılan nedeni ile bir kaç milimetre boyunda olan bir sinek saniyede 330 kez kanat çırpabilir, küçük bir karınca ağırlığının 50 katı kadar bir yükü itebilir.

Böcekler üreme bakımından da insanlardan çok üstündürler. Bir çift sineğin bıraktığı yumurtaların hepsi yaşasa ve bunlar erginleştikten sonra hepsi üremeye devam edebilse 5 ay içerisinde sayılan inanılmaz bir miktara ulaşırdı (191'in yanına 18 tane sıfır koyun). Şükür ki tabiatın dengeleri hiçbir zaman buna müsaade etmez.

Böceklerin bir çoğu insan kemiğinden daha sert, daha dayanıklı ve hafif, mekanik ve kimyasal dış etkenlere hatta aside dayanıklı bir dış iskelete veya beden duvarına sahiptirler.

Ayrıca böceklerin dünyada yaşadıkları yerlerde nüfus yoğunlukları da çoktur. Çekirgelerin sürü halindeki uçuşlarında 320 kilometrekarelik bir alanı kapladıkları görülmüştür. Ormanlık bir bölgede 4 500 metrekarelik bir alanda, toprağın üstünde ve altında 65 milyon böcek yaşayabilmektedir. Eğer dünyadaki bütün böcekler bir araya getirilebilselerdi, bunların toplam ağırlığı, dünyamızda yaşayan tüm insanların ve hayvanların ağırlıklarının toplamından fazla olurdu.

Şimdiye kadar böceklerin hep zararlarını anlattık. İpeği yapan ipek böceği ya da balı yapan arı da birer böcektir. Çiçeklerin ve meyvelerin çoğunun üremeleri böceklerin taşıdıkları tozlarla olur.

O halde dünyamızın bu üstün yaratıkları ile savaşta, iyi ile kötüyü ayırt etmeye, tabiatın dengesini bozmamaya çok dikkat etmemiz gerekmektedir. Zaten şimdilik her iki taraf da belirgin bir üstünlük sağlamış değillerdir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
!_RaiN_MaN_!
Yeni Üye
Yeni Üye
!_RaiN_MaN_!


Mesaj Sayısı : 82
Kayıt tarihi : 25/04/07

_GENEL_KÜLTÜR_ Empty
MesajKonu: ELEKTRİKLİ BALIKLARIN SIRRI   _GENEL_KÜLTÜR_ Icon_minitimeNisan 27th 2007, 11:02 am

Elektrikli Balıkların Sırrı

Canlı varlıkların elektrik ürettikleri uzun zamandan beri bilinmektedir. En kuvvetli gerilimi sağlayan organlar kaslar ve sinirlerdir. Bütün kas lifleri elektrik yükü içerirler. Kalp kasının çıkardığı gerilimin incelenmesine "elektrokardiyografi' denilir ve bu bilim dalının gelişmesiyle kalp hastalıklarının teşhis ve tedavisi kolaylaşmıştır.

Sinir merkezleri de elektrik akımı doğururlar. Hatta deride, salgı bezlerinde, gözün ağ tabakası gibi duyu organlarında elektrik akımı oluştuğu ortaya konulmuştur. Hücrelerde de elektrik akımının varlığı tespit edilmiştir. Canlılarda elektrik olayını inceleyen bilime 'elektrobiyoloji', canlı organların elektrik üretmelerini inceleyen bilim dalma da 'elektrobiyogenez' deniliyor.

Çeşitli hayvanlar, elektrikli veya ışıklı organlarla donanmışlardır. Bunlar savunmada, yön bulmada hatta bazı cinsler arası yakınlaşmalarda rol oynarlar. Elektrikli hayvanların hepsi balıklar arasındadır.

Bazısı denizde bazısı tatlı sularda yaşayan yüzlerce tür elektrikli balık vardır. Elektrik akımı kas ve sinir dokularından oluşmuş özel organlarında üretilir. Bu elektrik akımı çoğu kez bir iğne batması kadar zayıftır. Bazı türler ise insanı bile sersemletecek kadar güçlü bir elektrik akımı üretirler. Bu gerçek anlamda bir elektrik boşalmasıdır, yarattığı etki de gerçek bir elektrik çarpmasıdır.

Elektrik balıklarının en tanınmış üyeleri torpil balığı ve elektrikli yılan balığıdır. Gerçek yılan balıklarıyla hiçbir ilgisi olmayan ve bir tatlı su balığı türü olan elektrikli yılan balığının 2,5 metreye varan boyunun, beşte dördü, özellikle kuyruk bölümü elektrik organlarıyla kaplıdır. Bir seferde 500-600 volt akım boşaltarak büyük hayvanları bile felce uğratabilirler.

Elektrikli balıklarda, baştan kuyruğa kadar uzanan elektrik organları, pillerdeki parçalar gibi birbirlerine yapışık, disk şeklinde bölünmüş küçük sütuncuklardan meydana gelir. Sinir sisteminin etkisiyle bu sütuncukları oluşturan yüzlerce diskin alt yüzeylerinde pozitif elektrik, öteki yüzeylerinde negatif elektrik oluşur.

Böylece disk kümesi tam bir pil haline gelir. Bu canlı pil beyinden gelen sinirlere bağlıdır. Balık kendini tehdit eden düşmana bîr elektrik deşarjı yapar, bu sayede düşmanını felç eder.

Elektrikli balıkların vücutlarındaki elektrik boşalması sürekli değildir. Biriken elektriği boşalttıktan sonra yeniden elektrik üretip depolayabilmeleri için aradan bir süre geçmesi gerekir. Elektrikli balıkların çarpmaları şiddetli ağrı yapar hatta insanı devirebilir ama hiçbir zaman öldürücü değillerdir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
!_RaiN_MaN_!
Yeni Üye
Yeni Üye
!_RaiN_MaN_!


Mesaj Sayısı : 82
Kayıt tarihi : 25/04/07

_GENEL_KÜLTÜR_ Empty
MesajKonu: Geri: _GENEL_KÜLTÜR_   _GENEL_KÜLTÜR_ Icon_minitimeNisan 27th 2007, 11:04 am

ŞEHİRLERİN İSİMLERİ NERDEN GELİYOR

Van

Van’ı Asur kraliçesi Semiramis kurdu. Bundan dolayı şehre “Şahmirankent” adı verildi. Daha sonra Persler döneminde buraya Van adında bir vali geldi ve şehri bayındır hale getirdiğinden şehre onun adı verildi.

Yozgat

yozgat isminin kaynağına ilişkin değişik söylentiler vardır. yozgat sürü veya otlak kent anlamına gelir. bozok yaylası eskiden beri hayvancılığın gelişmesinde önemli yer tutmuştur.
yozkent, sürüleri bol olan şehir anlamına gelmektedir. daha sonra bu ismin yozgat olarak değişikliğe uğradığı ileri sürülmektedir.
yozgat adı yabancı tarih kitaplarında "uskat, juskat, yougat, yüz-kat, yozhourt" şeklinde geçer.
bir söylentiye göre; yozgat sözcüğünün aslı "yüzü yoz" (koyun sürüsü memleketi) olduğundan "yozkent" veya rakımın yüksek oluşundan dolayı da "yüz-kat"tır.
cumhuriyet döneminde tbmm birinci dönem milletvekillerinden süleyman sırrı içöz'ün 4 kasım 1922 tarihli teklifi üzerine bozok ismi kaldırılarak 1923 senesinde itibaren ilin adı yozgat olmuştur.


Uşak

Çocuk veya genç adının halk dilinden söylenişidir. Bazı rivayetlere göre ise uşak (ayınla söylenişi) kelimesinin aşık kelimesinden geldiği söylenmiştir.

Urfa

Eski adı “Orhoe veya Orhai”dir. Dah sonra Araplar tarafından “R”ya çevrilmiştir. Bir diğer rivayete göre ise FORUM KURALLARINA GÖRE SİYASET YASAKTIRçeden gelmekte olup R yani güneş demektir. Şehir Babil hükümdarı Ramis-Nemrut tarafından kuruldu.

Tekirdağ

Adını, kıyı boyunca uzanan Tekirdağlarından almıştır.

Tokat

Eski adı “Komana Pontika”idi. Tokat adının Pontika adının halk arasından değişmiş şeklidir.

Trabzon

“Trapezus” sözcüğünden gelir. Anlamı dörtköşe’dir.

Tunceli

Burada bazı maden yataklarının bulunmasından dolayı şehre Tunceli adı verilmiştir. Yani tunçülkesi demektir.

Sakarya

Adını sınırları içinden geçen Sakarya nehrinden alır

Samsun

Eski adı “Amisos”dur. Samsun ismi bu kelimenin halk arasından değiştirilmesidir.

Sivas

Adının nereden geldiği konusunda her hangi bir kayda rastlanmamıştır.

Siirt

Siirt adının Keldani aslından geldiği ve şehir anlamına geldiği söylenir. Diğer bir ravayete göre ise Sert kelimesinin bozulmuş şeklidir.

Rize

Kafkas kökenli bir kelime olduğu sanılmaktadır.

Ordu

Eski adı “Kotyora”dır. Halk tarafından bu isim değişikliğe uğramıştır.

Niğde

İlkçağda bölgede Nagdoslular adlı bir kavim yaşadığından bu şehre isimlerini vermişler. Arap kaynakları şehre “Nekide veya Nikde” demişlerdir. Halk ise şehre Niğde adını vermiştir.

Nevşehir

Onsekizinci yüzyıla kadar şehir bir köydü ve adı “Muşkara” idi. Daha sonra Nevşehirli Damat İbrahim Paşa köyünü geliştirdi ve yeni şehir anlamında Nevşehir adını verdi.

Malatya

Hititler döneminde buranın adı “Meliddu”dur. Halk tarafından Malatya olarak değişmiştir.

Manisa

Yunanca Magnesya’dan gelmiştir. Türkler burayı alınca Manisa olarak şehrin ismini değiştirdiler.

Mardin

Mardin adı Süryanice’de Marde’den geldiği rivayet edilir. Romalılar “Maride” Araplar ise “Mardin” adını vermişlerdir. Diğer bir rivayet göre ise FORUM KURALLARINA GÖRE SİYASET YASAKTIRçedeki Mer-din yani erkek, yiğit –görmek kelimesinden geldiği söylenmiştir.

Muğla

Eski adı “Mobolla”’dır. Türkler buraya daha sonra Muğla demişlerdir.

Muş

Bir rivayete göre süryanice’deki suyu bol anlamına glene Muşa’dan diğer bir rivayete göre ise Şehrin kurucusu “Muşet’den gelmiştir

Karaman

İlk ismi Laranda’dır. Selçuklu ve Osmanlılarda ki ismi Larende idi. Karamanoğullarının başkenti olduğundan buraya daha sonra Karaman adı verildi.

Kahramanmaraş

Asıl adı Markasi’dir. Halk dilinde Maraş olarak değişmiştir. Kurtuluş savaşında Fransızlara karşı şehirlerini kahramanca savunduklarından meclis tarafından ll Şubat 1922’de kahraman ünvanı verildi.

Kars

MÖ: 130-127 yılında buraya yerleşen Karsak oymağından dolayı şehre kars adı verilmiştir. Kars kelimesinin anlamı ise deve ya da koyun yününden yapılan elbise veya şal kuşağı anlamına gelir.

Kastamonu

Şehrin eski adı “Tumana”dır. Buraya daha sonra Gas-Gas isimli bir kavim yerleşti. İşte Kastamonu Gas ve Tuman’ın birleşmesinden meydana gelmiştir.

Kayseri

Romalılar Mazaka adlı şehri alınca buraya Kaysarea adını verdiler. Yani İmparator şehri anlamına gelir. Daha sonra Kayseri olarak halk arasında yayıldı

Kırşehir

Kır ve Şehir kelimesinin birleşmesinden oluşmuştur.

Kocaeli

Orhan gazi döneminde bu bölgeyi feth eden Akçakoca isimli komutandan dolayı buraya Kocaeli denildi.

Konya

İsa’dan önce 47-50 ve 53 yıllarında Hıristiyan azizlerinden St. Paul burayı ziyaret etti ve şehir önemli bir dinsel merkez olarak gelişti. Bu nedenle Hıristiyanlar ona, “İsa’nın tasviri” anlamına gelen “ikonyum” adını verdiler. Abbasiler burayı alınca “Kuniye’ye” çevirdiler. Türkler bu ismi Konya olarak değiştirdi.

Kütahya

Frigler buraya “Katyasiyum veya Katiation” adını vermişlerdir. Daha sonra yöre halkı buraya Kütahya demiştir

İstanbul

MÖ. 658 yılında Megara kralı Byzas tarafından kurulduğundan bu şehre kurucusundan dolayı Bizantion adı verilmiştir.
Roma imparatoro Marcus Avrelius döneminde imparatorun manevi babasının adıyla “Antion” olarak anıldı.
Bizans İmparatoru Konstantin bu şehri yeniden kurunca buraya kendi adını verdi. Şehre “Konstantin veya Konstanpolis” adı verildi. Araplar “Kostantiniye, Romalılar Konstantinopolis” demişlerdir. Daha sonra bu ismin kısaltılmış şekli olan “Stin-polis” deyimi kullanıldı. İşte İstanbul bu “Stin-Polis” şehrinden türetildi.
Türkler burayı alınca Müslüman şehir anlamında “İslambol” adını verdiler. Fakat daha sonra İstanbul olarak değiştirildi.

İzmir

Şehrin asıl adı “Smyrna”dır. İzmir kelimesi smyrna’nın halk arasındaki kullanış şeklidir. Homeros destanlarında bu kent ismini Kıbrıs Kralı Kinyras’ın kızı Smyra’dan alır ve tanrıça Artemis İzmirli’dir. Kimi kaynaklara göre de, İzmir şehrini ilk kuran Hititler değil, Amazonlar’dır. (Hititler de buraya Navlühun adını vermişlerdir.

Gaziantep

Şehrin eski adı Ayıntab’dır. Kelime anlamı, pınarın gözü demektir. Halk bunu Antep olarak değiştirmiştir. Halk Kurtuluş savaşında Fransızlara karşı başarılı bir savaş verince 6 Şubat 1921’de çıkartılan bir yasayla Gazi ünvanı verildi.

Gümüşhane

Burada daha önceleri gümüş madenleri olduğundan, bu şehre Gümüşhane denilmiştir

Edirne

Romalılar döneminde imparator Hadrianus tarafından kurulduğu için şehir “Hadrianopolis” dını alır. Hadrianus’un şehri anlamına gelen bu sözcük, sonradan değşimlere uğrayarak Edirne halini aldı.

Elazığ

1834 yılında Mezra denilen yerde kuruldu.1862 yılında buraya o sıradaki padişah Abdülaziz’in onuruna “Mamuretülaziz” adı verildi. Bu ismi uzun bulan halk onu Elaziz olarak kısalttı. 1937 yılında Elazığ’a çevrildi.

Erzincan

Erzincan ovasından adını alır. Ezirgan diye halk tarafından söylenir. Buranın eski adı Eriza’dır.

Erzurum

Ardı Rum kelimesinden gelir. Yani Rum toprağı demektir. Diğer bir rivayete göre de Selçuklular buraya Erzen-Rum demişlerdir. Erzen darı demektir. Şehir o zamanlar bir tahıl ambarı olarak kullanılmıştır.

Eskişehir

Eski adı Doylaion’dur. 1080 yılında Türkler burayı ele geçirdi. 1175 yılında burasını Bizans geri aldı. Kılıçarslan bu şehri daha sonra geri alınca, ona “Bizim eski Şehrimiz” anlamına gelen Eski Şehir adını verdi.

Diyarbakır

Bakır ülkesi anlamına gelmektedir. Bu ismin kaynağı Diyar-ı Bekir’dir. Bekir’in memleketi anlamına gelir. Bunun nedeni de Bekir b. Va’il adlı Arap göçebe boyunun buraya yrleşmiş olmasından kaynaklanır. Diyarbakır’ın eski adı Amid veya Amed’dir. Gelen veya bizim anlamına gelir. Dede Korkut kitabında Amid’e Hamid de denilmiştir.

Denizli

Deniz-ili kelimelerinin birleşmesinden oluşmuştur. İl eski Türkçe’de ülke, memleket anlamına gelir. Yani deniz memleketi denilir.Bir diğer rivayete göre de kelimenin aslı domuz-ili'dir. Bu da bölgede domuz çokluğundan kaynaklanmaktadır.

Çanakkale

Marmara ve Ege denizlerini birleştiren Boğaz’daki şehir ve kasabaların en büyüğü ve il merkezidir. Boğazın doğu kıyısında ve en dar yerinde kurulmuştur. Burada denizini şekli tıpkı bir çanağı andırır. Bugünkü ismini buradan alır.

Çankırı

İlkçağda “Gangra” kalesinin eteğinde kuruldu. İsmini Gangra kalesinden alan Çankırı’ya yakın zamana kadar Çangırı ve Çenğiri deniliyordu.

Çorum

Rivayete göre Çoğurum kelimesinden türetilmiştir. Bu da bölgede zamanında Rumların çoğunluğu oluşturmasından kaynaklanmaktadır.

BURSA

Eski çağlardaki Bitinya bölgesinin başkentidir. Buraya kurucusu Bitinya kralı Prusias’ın adı verildi. (MÖ:ll.yüzyıl)

BURDUR

Eski adı Askaniya’dır. İsmini yanında kurulmuş olduğu Burdur gölünden alır.

BOLU

Önceleri Bithynion Romalılar döneminde ise Claudiopolis adı verildi. Türkler burayı alınca Claudiopolis sözcüğünü kısaltıp sadece polis dediler. Daha sonra bu da halk dilinde değişerek Bolu oldu.

BİTLİS

Kimi tarihçilere göre, “Bageş” ya da “Pagiş” sözcüklerinden türemiştir. Kimilerine göre de Büyük İskender’in komutanı “Lis” ya da “Badlis” burada bir kale kurmuş. Bitlis sözcüğü bu komutanın isminden kaynaklanıyormuş.

BİNGÖL

Buradaki bir çok göllerden dolayı bu isim kendisine verildi.

BİLECİK

Bizanslılar döneminde burada Bilekoma adlı bir kale vardı. Osman bey burayı alınca bu adı Bilecik olarak adını verdi.

BAYBURT

Eldeki kaynaklara göre kasabanın ortaçağdaki adı “Paypert” ya da “Pepert” idi. Bayburt adı buradan gelmektedir.

BALIKESİR

Şehrin adının eski hisar anlamına gelen Paleokastio’dan türediği sanılmaktadır. Halk arasında dolaşan bir söylentiye göre de balı çok anlamına gelir. Çünkü Kesir Arapça’da çok anlamına gelmektedir

AĞRI

İsmi sınırları içindeki “Ararat” dağından alır. Çok eski çağlarda yeryüzü korkunç bir su baskınınına uğradı.(Nuh Tufanı) Nuh peygamber bütün canılardan bir çifti alarak bir gemiye bindirdi. Gemi Cudi (İslam kaynaklarına göre) (Hristiyan kaynaklarına göre de Ararat – Ağrı) dağına kondu. Ararat, önce aran sonra da Ağrı adını aldı.

AKSARAY

Selçuklu Sultanı İzzettin Kılıçarslan, şehirde cami, medrese, kümbetler ve büyük ve beyaz bir saray yaptırdı. Şelir “Aksaray” adını işte bu beyaz saraydan aldı.

AMASYA

Amasya şehrini tarihçi Strabon’a göre Amazon karalı Amasis kurdu ve ona Amasis kenti anlamına gelen “Amasesia” ismini verdi.

AYDIN

İlk olarak Argoslar tarafından kuruldu. Anadolu beylerinden Aydınoğlu Mehmet bey’den aldı. Aydın, Mehmet beyin babasının ismidir.

ARTVİN

İskitler tarafından kuruldu. Artvin sözü iskitçe’dir.

ANTALYA

MÖ ll.ci yüzyılda Bergama karalı Attalos ll tarafından kuruldu. Şehir önceleri ismini kurucusundan aldı ve Attaleia adıyla anıldı. Daha sonra bu isim Adalia, Antalia ve en son Antalya şekline dönüştü.

ANKARA

İslam kaynaklarında Ankara’nın adı Enguru olarak geçer. Kimilerine göre Ankara sözü Farsça “Üzüm” anlamına gelen Engür’den, ya da Yunanca’da Koruk anlamına gelen”Aguirada’dan türemiştir.
Bazılarına Hint-Avrupa dillerindeki “Eğmek” anlamına gelen Ank ya da Sankskritçe de; “Kıvrıntı”,, anlamına gelen ankaba’dan veya Latince’den çengel anlamına gelen uncus’dan türediği ileri sürülmektedir. Frig dilinde Ank “engebeli, karışık arazi anlamına gelir.” Şehrin diğer isimleri; Ankyra, Ankura, Ankuria, Angur, Engürlü, Engürüye, Angare, Angera, Ancora, Ancora ve son olarak Ankara şeklini almıştır.

ANTAKYA

MÖ 300 yıllarında Makedonya Kralı Seleukoz bu yörede Antakya’yı kurdu ve şehre babasının ismi olan Antiokhia adını verdi. Zamanla büyüyen kent, başkent halini aldı.

AFYONKARAHİSAR

Afyon türkülerinde sık sık “Hisar” sözcüğü geçer. “Hisarın bedenleri çevirin gidenleri” Bu hisar sözcüğünün Afyon türkülerinde sık sık yinelenmesi nedensiz değildir. Eski adı Akroenos olan şehri Selçuklular uzun süren bir kuşatmadan sonra ele geçirdiler. “Hisar” kuşatma anlamına gelir. Acılarla elde edilen yere “Karahisar” dediler ve orada, kara taşlardan bir kale kurdular. Onaltıncı yüzyılda bölgede afyon yetiştirlmeye başlayınca, Karahisar’ın başına bir de Afyon eklendi ve şehir “Afyonkarahisar” adını aldı.

ADAPAZARI
Bu ilimize Adapazarlılar kasaca Ada der. Çünkü Sakarya ve Çark suyu arasında yer alan şehir, tıpkı bir adayı andırır. “Pazar sözüne gelince: Burası onyedinci yüzyılda yörenin Pazar yeriydi. İşte, Adapazarı bu iki sözcüğün “Ada” ve “Pazar” sözcüklerinin birleşmesinden oluştu. Adapazarı, Sakarya ilimizin merkezidir.
__________________
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
!_RaiN_MaN_!
Yeni Üye
Yeni Üye
!_RaiN_MaN_!


Mesaj Sayısı : 82
Kayıt tarihi : 25/04/07

_GENEL_KÜLTÜR_ Empty
MesajKonu: Develerin Hörgüçleri   _GENEL_KÜLTÜR_ Icon_minitimeNisan 27th 2007, 11:07 am

Develerin Hörgüçleri

Devenin ana yurdu Kuzey Amerika'dır. Tarih içinde oradan Güney Amerika ve Asya'ya yayılmış, Kuzey Amerika kıtasında ise zamanla yok olmuştur. Güney Amerika'daki lama, alpaka (bir cins koyun), guanako (lamanın irisi) gibi hayvanlar devenin akrabaları sayılabilirler.

Yaşadıkları kum fırtınalarına ve diğer olumsuz şartlara uyabilmek için iki sıra koruyucu kirpikleri ve tüylü kulak delikleri oluşmuş, burun deliklerini açıp kapayabilme, çok uzaktan görebilme ve koku alabilme yeteneklerine sahip olmuşlardır.

Develerin tek hörgüçlülerine Arap devesi, çift hörgüçlülerine ise Baktriane (Bactrian) devesi adı verilir. Baktriane Afganistan'ın kuzeyinde bir yer olup bugün adı pek bilinmemesine rağmen çok çeşitli medeniyet ve kültürlere ev sahipliği yapmış, çok önemli tarihi geçmişi olan bir bölgedir.

Her iki cins deve de yük hayvanı olarak kullanılırlar. Çift hörgüçlü deve daha yavaştır (3-5 kilometre/saat) ama bir günde kervan içinde durmadan 50 kilometre yol gidebilir. Hörgücünün tepesine kadar olan yüksekliği 2 metre iken Arap devesinin sadece bacak yüksekliği neredeyse 2 metredir. Arap devesi 18 saat boyunca saatte 13-16 kilometre hızla yol alabilir. Develerin yük hayvanı olmalarının yanında etlerinden, sütlerinden, yünlerinden ve derilerinden de faydalanılır.

Genelde develerin hörgüçlerinde su olduğuna, bu sayede çöllerde uzun süreli yolculuklara bu kadar dayanıklı olduklarına inanılır ama gerçek bu değildir. Öyle olsaydı deve vücudundan su tükettikçe hörgücünün de bir balon gibi porsuyup inmesi gerekirdi.

Develerin hörgüçlerinde sadece yağ bulunur. Burası 30-35 kilogramlık bir yağ deposudur. Genellikle bir çok hayvan ilerde enerji kaynağı olarak kullanmak üzere vücudunda yağ depolar ama develer bunu hörgüçlerinde yaparlar. Yiyecek bulamadıkları zaman buradan faydalanırlar. Hörgücün bir ikinci işlevi de deveyi çölün kızgın güneşinden korumasıdır.

Develer zaten çölde suya az gereksinim duyarlar. 40 dereceyi bulan sıcaklıklarda iki haftaya yakın susuz kalabilirler. Burun mukozaları insana göre 100 kat daha büyüktür. Bu sayede nefes verirken havada bulunan nemin üçte ikisini geri kazanabilirler.

Bir devenin vücudundaki toplam suyun yüzde 22'sinin kaybı halinde karnı çekilir, kasları büzüşür ama bu, onun performansını çok etkilemez. Buna karşın bir insan vücudundaki suyun yüzde 5'ini kaybedince görme duyusunda azalma başlar, yüzde 12'sini kaybedince de ölebilir.

Develerin susuzluğa dayanıklı olmalarının nedeni su kayıplarının büyük bir kısmının dokularındaki sudan olması, kandaki suyun pek etkilenmemesidir. Ancak bütün bu özelliklere rağmen susuzluğa dayanma rekoru develerde değil, farelerdedir. Bu konuda zürafa da her ikisiyle yarışabilir.

Yeri gelmişken develerin bir başka özelliğine de değinelim. Hayvanlar arasında sadece deve, kedi ve zürafa önce sağ taraftaki ön ve arka ayaklarını, sonra sol taraftakileri atarak yürürler. Yani sol - sağ şeklinde değil sol - sol, sağ -sağ şeklinde. Hatta şiirdeki aruz vezninin ritminin Arap yarımadasındaki develerin bu yürüyüşlerindeki ritimden doğduğu bile rivayet edilir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
!_RaiN_MaN_!
Yeni Üye
Yeni Üye
!_RaiN_MaN_!


Mesaj Sayısı : 82
Kayıt tarihi : 25/04/07

_GENEL_KÜLTÜR_ Empty
MesajKonu: Balık Eti Neden Beyazdır?   _GENEL_KÜLTÜR_ Icon_minitimeNisan 27th 2007, 11:11 am

Balık Eti Neden Beyazdır?

Gıda olarak kesilen hayvanların yenilebilen kas kısımları et olarak adlandırılır. Etin içinde ayrıca kan, epitel, kemik, sinir, yağ ve bağ dokuları vardır.

Genelde etler kırmızı ve beyaz et olarak ikiye ayrılırlar. Sığır, koyun, keçi etleri kırmızı et olarak kabul edilirlerken, tavuk, hindi gibi kümes hayvanları ile balıkların etleri beyaz et kategorisine sokulur. Aslında biyolojik yapı olarak kümes hayvanlarının etleri balık etinden çok farklı, kırmızı ete daha yakındırlar. Bazılarının etlerinin rengi de zaten beyaz değil kahverengidir.

Etlerin kırmızı ve beyaz rengini saptayan eleman 'miyoglobin' denilen proteinlerdir. Bunlar kanda, alyuvarlarda bulunurlar ve kaslara gerekli olan oksijeni sağlarlar. Beyaz ette miyoglobin miktarı çok azdır.

Balık eti diğer yürüyen, uçan, sürünen hayvanların etlerinden birçok yönden farklıdır. Balıkların kasları diğerlerine göre gelişmemiştir. Bir filin tonlarca ağırlığını, yerçekimine karşı taşıması ve hareket ettirebilmesi için muazzam bir kas sistemine ihtiyacı vardır. Bu nedenle filin vücudunda 50 bin kas vardır.

Balıklar ise neredeyse ağırlıksız bir ortamda yaşarlar. Onun için çeşitli vücut organlarını ana iskeletlerine bağlayacak, kıkırdak, kiriş ve bağ dokuları gibi dokulara fazla ihtiyaçları yoktur.

Balıklıklar suda düşmanlarından kaçabilmek için çok ani ve süratli hareket etmek zorundadırlar. Bu nedenle kaslarındaki lifler çabuk açılıp kapanabilen tipte liflerdir. Çok ani hareketlere ihtiyaç duymayan kara hayvanlarındakilere oranla balıklardaki bu tip lifler daha kısa ve incedirler. Kolayca birbirlerinden ayrılabilirler. Onun için balık etini yerken çiğnemesi kolaydır, ağızda dağılır. Hatta çiğ olarak bile rahatça yenilebilir.

Balığın kaslarındaki bu çabuk açılıp kapanabilen lifler çok kısa süreli çalıştıkları için fazla enerji yani oksijen depolamalarına gerek yoktur. Bu nedenle balığın vücudundaki kan miktarı çok değildir. Olanlar da çoğunlukla solungaçların civarında toplanmışlardır.

Görüldüğü gibi bir etin renginin kırmızılığı miyoglobin miktarına, miyoglobin miktarı kan miktarına, o da kasların ne kadar kan ihtiyacı olduğuna bağlıdır. Çok aktif ve hızlı yüzen bir balık olan Orkinos (Ton) balığının etinin rengi, sakin bir balık olan Dilbalığı'na göre daha kırmızımsıdır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
!_RaiN_MaN_!
Yeni Üye
Yeni Üye
!_RaiN_MaN_!


Mesaj Sayısı : 82
Kayıt tarihi : 25/04/07

_GENEL_KÜLTÜR_ Empty
MesajKonu: ŞİFALI_BİTKİLER   _GENEL_KÜLTÜR_ Icon_minitimeMayıs 2nd 2007, 1:15 pm

ŞİFALI_BİTKİLER


ACI BAKLA

Semen Lupini
Şeker hastalığına karşı kullanılır.

ACI YONGA

Lignum Quassiae
İştah açıcı, kuvvet verici, kurt ve ateş düşürücü

ADAÇAYI

Salvia officinalis
Gaz söktürücü, antiseptik, kuvvet verici ve uyarıcı

ALIÇ

Fructus Crataegi
Özellikle kalp üzerinde etkili, idrar söktürücü, kabız

ALTINOTU

Herba Ceterachi
İdrar söktürücü ve kabız etkileri vardır. Basura karşı, haricen kullanılır.

AMBER

Ambra Grisea
Kaşalot balığından elde edilir. Kalbi kuvvetlendirir, iştah açar ve cinsel arzuyu artırır.

ANASON

Fructus Anisi Vulgaris
Gaz söktürücü, iştah açıcı, süt artırıcı ve uyku vericidir.

ANDIZ KÖKÜ

Radix Helenii
Safra söktürücü, öksürük kesici, göğüs yumuşatıcı,kuvvet verici ve kurt düşürücüdür.

ARDIÇ TOHUMU

Fructus Juniperi
İdrar artırıcı, terletici, midevî ve antiseptik özellikleri vardır.

ASPİR

Flos Carthami
Romatizma ağrılarına karşı etkilidir. Dahilen terletici, kurt düşürücü ve adet getiricidir.

BALIKOTU

Fructus Cocculi indici
Dahilen kurt düşürücü, sara nöbetlerini azaltıcı olarak kullanılır. Tehlikeli bir drogdur.

BAMYA ÇİÇEĞİ

Flos Hibisci
Dahilen göğüs yumuşatıcı, lapa halinde haricen çıbanları olgunlaştırıcıdır.Kabızlığa karşı etkili ve zararsız bir drogdur.

BESBASE

Rhizoma Polypodii
Müshil, safra ve balgam söktürücü ve kurt düşürücü etkilere sahiptir.

BİBERİYE

Folium Rosmarini
Dahilen kabız, hazım sistemi uyarıcısı, safra artırıcı ve idrar söktürücü, haricen ise iltihaplı yaraların tedavisinde kullanılır.

BÖĞÜRTLEN

Folium Rubi
Kabız, kuvvet verici, idrar söktürücü ve şeker hastalığına karşı kullanılır. Bademcik iltihaplarında da gargara yapılır.

CİVAN PERÇEMİ

Herba Millefolii
İdrar artırıcı, iştah açıcı, gaz söktürücü, adet söktürücü ve yara iyileştiricidir.

ÇAKŞIROTU KÖKÜ

Ferulae meifoliae
Cinsel kudreti artırıcı olarak etkilidir.

ÇAM SAKIZI

Terebenthina Communis
Solunum ve idrar yolları hastalıklarında kullanılan etkili bir antiseptiktir.

ÇEKEM

Fructus Visci albi
Kabız, idrar artırıcı, kusturucu, kuvvet verici ve tansiyon düşürücü etkileri vardır. Romatizma ağrılarında kullanılır.

ÇÖREKOTU

Semen Nigellae
İdrar ve süt artırıcı, iştah açıcı ve adet söktürücüdür.

ÇÖVEN KÖKÜ

Radix Saponariae albae
Tedavide nadiren kullanılır. Bilhassa tahin helvası yapımında kullanılır. İdrar ve balgam söktürücüdür.

DAĞÇAYI

Sideritis
Uyarıcı, gaz söktürücü, iştah açıcı ve mide ağrılarını kesici özelliklere sahiptirler.

DEFNE YAPRAĞI

Folium Lauri
Terletici, antiseptik ve midevi etkilere sahiptir.

DEVE ÇÖKERTEN

Fructus Tribuli
Taş düşürücü, idrar söktürücü ve kuvvet verici olarak kullanılmaktadır.

DEMİR HİNDİ

Pulpa Tamarindorum
Müshil ve müleyyin bir etkiye sahiptir. Hiçbir tahriş edici etkisi yoktur.

DENİZ KADAYIFI

Carrageen
Dahilen, çok kullanılan bir göğüs yumuşatıcı ve öksürük kesicidir.

DEVE DİKENİ

Herba Cardui mariae
Karaciğer hastalıklarına karşı ve safra artırıcı olarak kullanılır.

DUT MEYVASI

Fructus Mori nigri
Meyvalardan hazırlanan şurup, gargara halinde, ağız ve boğaz hastalıklarına (pamukçuk) karşı kullanılır.

EĞİR KÖKÜ

Rhizoma Calami aromatici
Gaz söktürücü, terletici ve antispazmotiktir. Dahilen Prostat, haricen ise romatizma için kullanılır.

FESLEĞEN

Herba Basilici
Yatıştırıcı, midevi, idrar artırıcı ve gaz söktürücüdür.

FUNDA

Herba Ericae
İdrar yolları dezenfektanı, idrar söktürücü ve kabız etkilere sahiptir.

GELİNCİK

Flos Rhoeados
Yatıştırıcı, öksürük kesici, göğüs yumuşatıcı ve hafif uyutucu etkilere sahiptir.

GİNSENG

Ginseng
Kalp kuvvetlendirici ve yorgunluğu gidericidir. Cinsel gücü artırıcı etkileri vardır.

GÜNLÜK

Gummi Olibanum
Dahilen kuvvet verici, yatıştırıcı, kabız, idrar artırıcı, adet söktürücü, adet getirici ve romatizma ağrılarını dindiricidir.

HALİLE (Kara-Sarı)

Fructus Myrobalani
Sarı halile müshil, Kara halile ise kabız olarak kullanılır. Haricen ise yara iyileştiricidir.

HARDAL TOHUMU

Sinapis nigrae
Haricen lapası, yakısı ve banyosu yapılir. Kanı cilde toplamak ve ağrı kesmek için kullanılır.

HATMİ ÇİÇEĞİ

Flos Altheae
Göğüs yumuşatıcı ve tahrişleri gidericidir.

HAVACIVA

Radix Alkannae
Kabız ve yara iyileştiricidir.

HAVUÇ TOHUMU

Dauci carotae
Midevi, gaz söktürücü, gebeliği önleyici ve cinsel gücü artırıcıdır.

HAYIT TOHUMU

Agni-Casti
idrar artırıcı, gaz söktürücü ve yatıştırıcıdır.

HÜNNAP

Jujubae
Göğüs yumuşatıcı, öksürük kesici, müshil ve kan temizleyicidir. Şeker hastalığına karşı da kullanılır.

IHLAMUR

Flos Tiliae
İdrar artırıcı, terletici, yatıştırıcı, uyutucu ve göğüs yumuşatıcıdır.

ISIRGAN

Folium Urticae
Yaprak veya kök, dahilen kan temizleyici, idrar artırıcı ve iştah açıcıdır.

İĞDE ÇİÇEĞİ

Flos Elaeagni
Kabız, kuvvet verici ve antiseptiktir. C vitamini deposudur. Gribe karşı etkilidir.

KAFUR

Camphora
Sinir sistemi, solunum ve kalp üzerinde uyarıcı etkileri vardır.

KAKULE

Cardamomi
İştah açıcı, gaz söktürücü ve midevi etkilere sahiptir. Kahveye konur.

KEBABİYE

Cubebae
Solunum sistemi antiseptiğidir. Belsoğukluğunda kullanılır.

KARANFİL

Caryophyllus
Uyarıcı, midevi ve antiseptik etkileri vardır.

KEKİK

Herba Thymi
Midevi, yatıştırıcı, antiseptik etkileri vardır.

KEREVİZ TOHUMU

Apii graveolentus
Uyarıcı ve iştah açıcıdır. Prostat için kullanılır.

KETEN TOHUMU

Semen Lini
Müshil, sindirim sistemi iltihapları ve tahrişlerine karşı koruyucudur.

KINAKINA

Cortex Chinae
midevi, sıtma ve gribal enfeksiyonlara karşı koruyucu, kalp yatıştırıcıdır.

KISA MAHMUT

Chamaedrys
midevi, uyarıcı, şeker hastalığına karşı etkilidir.

KIZILCIK

Corni maris
Etkili ve zararsız bir ishal kesicidir.

KİTRE

Tragacantha
Boğaz hastalıkları ve iltihaplarında koruyucudur.

KUDRET NARI

Momordicae charantiae
Mide ve barsak ülserine karşı dahilen kullanılır. Yara, çıban ve ekzemalarda haricen kullanılır.

KUŞBURNU

Rosae caninae
Bilhassa C vitamini bakımından zengindir. Kabız ve kuvvet vericidir. Şeker hastalığına karşı da kullanılır.

LAVANTA

Flos Lavandulae
İdrar artırıcı, romatizma ağrılarını dindirici, antiseptik, sinir ve kalp kuvvetlendiricidir.

MAHLEP

Pruni mahaleb
Afrodizyak, balgam söktürücü, nefes darlığı ve prostat için, ayrıca şeker hastalığına karşı kullanılır.

MENENGİÇ

Terebinthina Chia
Dahilen idrar ve solunum yolları antiseptiği olarak kullanılır.


MEYAN KÖKÜ
Radix Liquiritiae
Göğüs yumuşatıcı, balgam söktürücü, tad düzeltici ve öksürük kesici etkileri vardır.

MISIR PÜSKÜLÜ
Stylus Maydis
İdrar söktürücü ve taş düşürücüdür.

MUSKAT
Myristicae
Gaz söktürücü ve antiseptik olarak bilhassa karın ağrıları için kullanılır.

MÜRSAFİ
Gummi Myrrihae
Antiseptik ve uyarıcıdır. Bilhassa solunum yolu hastalıklarına karşı kullanılır.

NANE
Folium Menthae
Özellikle sinirsel kaynaklı mide bulantılarını kesici olarak etkilidir.

OĞULOTU
Folium Melissae
Yatıştırıcı, midevi, terletici ve antiseptiktir.

PAPATYA
Chamomillae vulgaris
İdrar artırıcı, yatıştırıcı, safra söktürücü, boğaz iltihaplarında ve iltihaplı yaralara karşı etkilidir.

PELİNOTU
Herba Absinthii
Midevi, ateş düşürücü, adet getirici etkileri vardır.

REZENE
Foeniculi
Midevi, gaz söktürücü ve süt artırıcıdır.

SAFRAN
Crocus Stigmata
Uyarıcı, iştah açıcı, adet söktürücü, koku ve renk vericidir. Değerli bir baharattır.

SALEP
Tuber Salep
Afrodizyak, kuvvet verici, çocuk ishallerini kesicidir.

SANDALOS
Sandaraca
Haricen ve dahilen romatizma ağrılarını dindirici olarak etkilidir.

SARI SABIR
Aloe
Kalın barsağa etkili bir müshildir.

SARI KANTARON
Herba Hyperici
Dahilen antispazmotik, kabız, yatıştırıcı, haricen ise antiseptik ve yara iyileştiricidir.

SERVİ KOZALAĞI
Cupressi
Çocukların gece işemelerinde, haricen basura ve kokulu ayak terlemelerine karşı kullanılır.

SİNAMEKİ
Folium Sennae
Kalın barsak üzerinde etkili olan, kuvvetli bir müshildir.

ŞAHTERE
Herbe Fumariae
İdrar artırıcı, yatıştırıcı, zayıflatıcı ve tansiyon düşürücüdür.

ŞEYTAN TERSİ
Gummi Asa foetida
Sinir sistemi yatıştırıcısı, hazmı kolaylaştırıcı ve gaz söktürücüdür.

ÜZERLİK TOHUMU
Semen Pegani
Kurt düşürücü, adet söktürücü, uyuşturucu, terletici ve yatıştırıcıdır.

ZAHTER
Saturejae hortensis
Şeker hastalığına karşı kullanılır.

ZENCEFİL
Rhizoma Zingiberis
Yatıştırıcı ve gaz söktürücüdür.

ZERDEÇAL
Curcuma longae
Midevi, gaz söktürücü ve safra artırıcıdır.

ZULUMBA
Rhizoma Zedoariae
İştah açıcı, uyarıcı, idrar artırıcı, balgam ve gaz söktürücüdür.

ACI ELMA YAĞI
Salvia Triloba
Gaz söktürücü, midevi, ter kesici, idrar artırıcıdır. Haricen yara iyi edici ve antiseptik olarak kullanılır.

ANASON YAĞI
Oleum anisi
Sinir sistemi uyarıcısıdır.

BADEM YAĞI
Oleum Amygdalae
Dahilen müshil, haricen yumuşatı-
cı ve yara iyi edici olarak kullanılır.

BİBERİYE YAĞI
Oleum Rosmarini
Haricen romatizma ağrılarını dindirici olarak kullanılır.

CEVİZ YAĞI

Juglandis regiae
Müshil ve safra artırıcı olarak kullanılır.

ÇAM TERE- BENTİN YAĞI

Oleum Terebinthinae
Neft yağı olarak da tanınır. Hari-
cen romatizma ağrılarını giderici ve saçları besleyici olarak kullanılır

ÇÖREKOTU YAĞI

Nigellae sativae
Haricen saç dökülmesi ve kepeğe karşı kullanılır.

DEFNE YAĞI

Lauri expressum
Romatizma ağrılarını dindirici ve vücut parazitlerini öldürücüdür. Ayrıca, saç dökülmesini de önler.

HİNT YAĞI

Oleum Ricini
İnce barsak üzerinde etkili olan ve tahriş yapmayan bir müshildir

KAKAO YAĞI

Oleum cacao
Basur memelerini, kadınların göğüslerindeki yara ve çatlakları yumuşatmak için haricen kullanılır.

KARANFİL YAĞI

Oleum Caryophylli
Dişhekimliğinde antiseptik ve ağrı kesici olarak, dahilen ise gaz söktürücü olarak kullanılır.

KEKİK YAĞI

Oleum Thymi
Dahilen safra artırıcı, kurt düşürücü ve ağrı dindirici, haricen ise antiseptik olarak kullanılır.

KETEN YAĞI

Oleum Lini
Bezir yağı olarak bilinir. Yara ve yanık tedavisinde kullanılır.

KARABAŞ YAĞI

Lavandulae Romanae
Haricen ve dahilen antiseptik olarak kullanılır.

LİMON YAĞI

Oleum Limonis
Uyarıcı ve koku verici olarak kullanılmaktadır.

MERSİN YAĞI

Oleum Myrti
Dahilen bronşit, verem ve belsoğukluğu gibi hastalıkların tedavisinde ve şeker hastalığına karşı kullanılmaktadır.

NANE YAĞI

Menthae Piperitae
Hafif antiseptik, ferahlatıcı, koku verici ve mide bulantılarını giderici olarak kullanılır.

OKALİPTÜS YAĞI

Oleum Eucalypti
Antiseptik olarak haricen kullanılır.

SIĞLA YAĞI

Styrax Liquidus
Haricen antiseptik, yara iyi edici ve anti paraziter olarak kullanılır.

SUSAM YAĞI

Oleum Sesami
Dahilen müshil olarak etkilidir. Şe-
ker hastalığına karşı da kullanılır.

TARÇIN YAĞI

Oleum Cinnamomi
İştah açıcı ve midevi olarak dahilen kullanılır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
!_RaiN_MaN_!
Yeni Üye
Yeni Üye
!_RaiN_MaN_!


Mesaj Sayısı : 82
Kayıt tarihi : 25/04/07

_GENEL_KÜLTÜR_ Empty
MesajKonu: Şifalı bitkiler Misvak diş sağlığı   _GENEL_KÜLTÜR_ Icon_minitimeMayıs 2nd 2007, 1:17 pm

Şifalı bitkiler Misvak diş sağlığı

--------------------------------------------------------------------------------

Erak ağacının dalından, mümkünse parmak kalınlığında ve 20 santim kadar dalı kesilir. Bir bardak tuzlu suya ucundan dış kabuğu soyularak batırılır. Uc kısmı liflere ayrıldıktan sonra diş temizliği için kullanılır.

Misvakın diğer diş bakımı yöntemlerinden üstün bir takım yönleri vardır. Diş macunları, naylon fırçalar ve diş ipleri kullanımına göre avantaşlarını söyle sırılıyıbiliriz.

Konu hakkında bilgisi olmayan kişi, misvak kullanan bir kişiyi gördüğünde biraz dehşete düşer çünkü bu kişiyi tanımamaktadır ve dışarıda bir yerde cebinden misvakı çıkarıp dişlerini fırçaladığını görür. Bu görüntü onun pis ve kötü bir uygulama olup ona karşı bir tepki oluşur. Oysa ki misvakın içindeki özel bir madde sayesinde ağıziçinde üreyen mikropları vantuz gibi içine çeker ve bu bakterileri öldürür. Dişlerimizi temizleyip uygun şekilde cebimize koyduğumuz misvak ıslaklık sonucu bakteri ve mantar üremez. Misvak parçasını ıslak ve uygun olmayan bir yere koyulduğunda denemek için bu ortamda bile küf bakterilerinin yaydığı kötü koku oluşmaz. Alıp burnumuz ile kokladığımızda tertemiz miş gibi bir kokusu olacaktır. Bu özelliğinden dolayı, yolda, otobüste, sinemada, otelde, tatilde, kitap gazete okurken ve aklınıza gelibilecek size uygun olan her yerde diş temizliğinizi yapabilirsiniz. Tercih ve özgürlük size ait. Bu özgürlüğünüzü kullanırken kimseye farkettirmeden yapmanız önemlidir çünkü sizi tanımayan kişiler bu davranışınızı gördüğünde rahatsız olabilir.

Dört sistem bir arada; bunlar Diş macunu, diş fırçası, diş ipi, ve su. Bir yere gittiniz, örneğin sinemadasınız karanlık bir yerde aklınıza geldi misvak ile dişlerinizi temizlemeye başladınız, tükrük su yerindedir ağız içinde biriken kalıntıları rahatlıkla yutabilirsiniz. İçindeki madde sizin hem midenizi koruyacak hem de mide asidiniz ağızınızdan indirdiğiniz bakterileri öldürecek. Eğer midenizde gaz varsa bu gazın dışarı atımını sağlayacak böylece gereksiz ağrılardan kurtulacaksınız. Ayrıca ince lifler diş aralarınıza nufus ederek diş ipi kullanmanıza gerek kalmayacaktır.

Büyük çaplı diş macunu firmaları olayın farkına varmışlar ve ürünlerinde misvak katkısı kullandıklarını reklamları sayesinde ilan etmişlerdir. Misvak özlü diş macunları misvak aroması içermektedir ve doğal ortamından uzak olduğundan aynı etkiyi göstermeyecektir. Ayrıca toplumumuz , batının enformasyon etkisinde kalarak, nesillerimiz onların mükemmeliyetciliğini algılayarak böyle faydalı geleneksel unsurları gözardı etmişlerdir. Toplumumuzda diş temizliği ve sağlığı konusunda gerek uygulama bakımından gerek se sağlık sisteminin yetersizliğinden dolayı,önemli ağız ve diş sağlığı poroplemlerinin oluşmasına neden olmuştur.Vucudumuzun bütününü sağlık sorunlarını tetikleyen diş bakımsızlığı dikkatlerden kaçmamalıdır. Burada geleneksel diş temizliği alışkanlıklarını, eğitim ve medya organları tarafından dışlayıcı poropogandalarının bir sonucudur. Misvakın özellik arzeden durumu diğer şifalı bitkilerden ayrı olarak, sosyal bir içerik olması bakımından önemlidir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
_GENEL_KÜLTÜR_
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
DarkForum :: Genel :: Geyik-
Buraya geçin: