DarkForum Free |
| | _GENEL_KÜLTÜR_ | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
!_RaiN_MaN_! Yeni Üye
Mesaj Sayısı : 82 Kayıt tarihi : 25/04/07
| Konu: _GENEL_KÜLTÜR_ Nisan 27th 2007, 10:54 am | |
| *****Mehmet Akif ERSOY*****
Elleri üşüyordu.
Ama yüreği sımsıcaktı.
O günlerde büyük bir maddi sıkıntı içindeydi.
Ankara'nın soğuğunda ceketle gezerdi. Paltosu yoktu.
Çok soğuk günlerde arkadaşı Şefik Kolaylı'nın muşambasını ödünç alarak
giyerdi.
7 Kasım 1920'de gazetelerde yer alan bir ilan gördü.
Genelkurmay Başkanlığı'nın isteği üzerine Milli Eğitim Bakanlığı'nın
verdiği ilanda bir istiklâl marşı yarışması açıldığı ve bu marş için
500 lira para ödülü konulduğu bildiriliyordu. O zamanlar için çok büyük
bir para olan bu ödülleneler alınmazdı ki!
Dönemin en güçlü şairlerinden biri olan Mehmet Âkif bu ilanla hiç
ilgilenmedi.
Yarışmaya 724 şiir katıldı.
Fakat hiçbirisi istenilen nitelikte bulunmadı.
Bunun üzerine dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver ve
arkadaşları Mehmet Âkif'e başvurdular.
Âkif ise millet için yapılacak bu işi para için yapamayacağını
belirterek başvuruyu geri çevirdi.
Bunun üzerine Hamdullah Suphi Bey kendisinin yarışma dışında tutulacağı
sözünü
Vererek yarışmaya katılmasını rica etti.
Ve Mehmet Âkif İstiklâl Marşı'nı yazmaya başladı.
Ankara'da gece gelen ilhamı kaçırmamak için bazı dörtlükleri mum
ışığında Taceddin Dergahı'nın duvarlarına kazıdı.
Her kelimesine yüzlerce vatan evladının canını feda ettiği özgürlük
marşımız Âkif'in kalemiyle en güzel ifade tarzını buldu.
17 Şubat 1921'de Sebülirreşad dergisinde yayımlandı.
1 Mart 1921'de Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver TBMM'de,
insanların ancak kendi eserlerinden esirgemeyecekleri bir sesle okudu
Âkif'in şiirini.
Okunurken şiddetli alkışlarla defalarca kesildi, ruhları bir heyecan sardı.
12 Mart 1921'de dört defa okunup ayakta alkışlanmış, meclisi bir coşku
tufanı kaplamıştı.
Alkışlarla meclis inlerken Mehmet Âkif mahcubiyetinden başını kolları
arsına alarak, sıranın üzerine yumuldu.
Mecliste duramayıp dışarı çıktı.
Milleti için yaptığı bu işte alkışlarla gurur duyma ücretini bile çok
gördü kendine.
Âkif'in şiiri,12 Mart 1921'de meclis tarafından milli marş olarak kabul
edildi.
Verilen ödülü kabul etmemesi o zaman bazı kimselerce tuhaf karşılandı
ama o bunlara aldırmadı.
Hala üşüyordu.
Yine arkadaşından aldığı ödünç paltoyu giyiyordu.
Bir gün Şefik Bey ona:
- 'Şu mükafatı reddetmeyip bir palto alsan olmaz mıydı?' diyecek oldu.
Mehmet Âkif böyle konuştuğu için tam iki ay Şefik Bey'le hiç konuşmadı.
Artık Ankara'nın çok soğuk günlerinde de ceketle dolaşıyordu.
Mehmed Âkif'in ölümünden kısa bir süre önce Hakkı Tarık Us'un da
Aralarında bulunduğu misafirler, Âkif'i ziyarete gelmişlerdi.
Âkif, bitkin bir durumda olduğu için yatağına uzanmıştı.
Söz İstiklâl Marşı'na intikal etmiş ve misafirlerden biri:
- Acaba, yeniden yazılsa daha iyi olmaz mı? demişti:
Bitap bir halde yatan Mehmed Âkif, birdenbire başını kaldırdı ve kesin
Bir cevap verdi:
-Allah, bir daha bu Millete bir İstiklâl Marşı yazdırmasın!...
Evet, Allah, bu Milleti bir daha İstiklâl Marşı yazmaya mecbur etmesin
ve bu Milletin istiklâl ve hürriyetini tehlikeye düşürmesin.
Merhum Âkif, bu eseri Türk Milleti'ne ve Kahraman Ordumuza hediye etmişti.
Bundan dolayı eseri SAFAHAT'a almak istemiyordu.
Vefatından sonra tam metin, yani on kıta olarak Safahat'ta neşredildi.
Elleri üşüyen ama yüreğinde vatan ve millet aşkından kocaman bir alev
barındıran bu büyük insan, Türk bayrağı dalgalandıkça bu millet var
oldukça unutulmayacak, kalplerde yaşayacaktır... | |
| | | !_RaiN_MaN_! Yeni Üye
Mesaj Sayısı : 82 Kayıt tarihi : 25/04/07
| Konu: UYKU_NEDİR_? Nisan 27th 2007, 10:57 am | |
| UYKU NEDİR__?
Ortalama olarak yaşamımızın üçte birini uykuda harcamaktayız - diğer aktivitelerde harcadığımızdan daha fazla bir zaman. Kendimizi iyi hissetmemiz için gerekli ve hayati bir şey olan uykunun bu kadar çok bölümünün halen bir bilinmeyen olması merak uyandırıcıdır. Son 50 yılda pek çok araştırmacı uyuma paternlerini ve uyuduğumuzda ortaya çıkan fizyolojik ve nörolojik değişiklikleri araştırmıştır. Nasıl uyuduğumuzla ilgili çok şey bilinmektedir - fakat niçin uyuduğumuz hakkında çok az şey biliyoruz. Böyle olduğunda bile, herkes kötü bir gece uykusunun etkilerini bilir ve herkes uykunun ve iyi bir gece uykusundan sonra dinçleşmiş ve dinlenmiş kalkmanın yararlarını bilir. Bu yararları hissetmediğimiz zaman, uyku hakkında düşünmeye başladığımız ve uykumuzu iyileştirmenin yollarını aradığımız zamandır.
Normal uyku
Son 50 yılda nörolojik, endokrinolojik ve fizyolojik açıdan uyku ile ilgili çok şey yapılmıştır. Bunu takiben artık nasıl uyuduğumuz ve uyuduğumuzda ya da uyumadığımızda oluşan değişiklikler hakkında çok şey bilinmektedir.
Uykunun evreleri
Uykuya daldığımızda, bilinç düzeyimiz değişir ve iki uyku tipi arasında gidip geliriz:
- non-REM uykusu
- REM (hızlı göz hareketleri) ya da paradoksal uyku
Non-REM uykusu
Non-REM uykusu, uykunun gidişatı sırasında ortaya çıkan elektroensefalografik değişimlere dayanarak sıklıkla dört evreye ayrılmaktadır.
- Evre 0- Bütünüyle uyanıklık değişmiştir.
- Evre I- Uyku basması. Bu, uykuya dalmakta olan bir kişinin karşılaştığı durumdur. Eğer kişi uykunun bu evresinde uyandırılırsa etrafında olup bitenden tamamen haberdar olmamasına karşın genellikle uyanık olduğunu söyleyecektir.
- Evre II - Uykunun bu evresinde bilinç, kişi uyandırıldığında uykuda olduğunu hatırlayabilmesine yeterli olacak şekilde EEG paternleri.
- Evre III ve IV - Yavaş dalgalı uyku.
REM uykusu
Hızlı göz hareketleri (REM) uykusu, uykunun rüya görülen evresidir. Bu evre uykunun diğer evrelerinin arasına serpiştirilmiştir. Çok sayıda farklı özellik ile bağlantılıdır. Aynı zamanda paradoksal uyku olarak da bilinmektedir; çünkü önceleri, hızlı göz hareketleri ve huzursuzluğun eşlik etmesi araştırmacılara bu uyku evresinin hafif uyku olduğunu düşündürmüşse de, kas paralizisinin de olaya eşlik etmesiyle aynı zamanda paradoksal olarak da ağır bir uyku olduğu saptanmıştır.
Uykunun gece paterni
Uykuya daldığımızda non REM uykusunun dört evresinden hızla geçeriz ve ilk doksan dakikanın çoğu, yaklaşık on dakikalık REM uykusunun takip ettiği evre IV uykusunda harcanmaktadır. Bu patern kendisini, her bir döngüdeki REM uykusunda daha fazla zaman harcanacak şekilde, gece boyunca dört ya da beş kez tekrar eder. Uyanmamızdan önce REM uykusunda bir saat kadar zaman harcarız. REM uykusunda harcanan zaman yüzdesi doğumdan sonra gittikçe azalır ve (doğumda % 50) üç yaşında % 33 e, 11 yaşında % 27 ye ve ergenlikte de yaklaşık %25 e düşer.
Uyku ve uyanıklık ritimleri
Vücudun günlük ritimleri iyi bilinmektedir. Uyku bu doğal ritimlere sıkıca bağlı olan pek çok vücut fonksiyonundan birisidir. Bu ritimlerin uykudaki önemleri, uzun uçak yolculuğundan sonra ortaya çıkmaktadır. Vücut saatimizin, normalde uyku ve uyanıklık ile ilişkili olan dış uyarılarla ayarlanmadığını bu tür yolculuklarda ayrımsarız.
Uyku problemi olan kişiler sıklıkla doğal uyku ve uyanıklık ritimleri normalin dışında olanlardır. Bunlar gece vardiyasında çalışanlar veya küçük bebek sahibi ebeveynler ya da kendilerini geç kalkma ve ardından da yatma saatinde uyuma güçlüğü çekme alışkanlığına kaptırmış kişilerdir. Pek çok Akdeniz ülkesinde görülen uyku paterni -örneğin öğleden sonraları, özellikle sıcak havalarda iş arası verip uyuma - doğal uyku ritmimize Kuzey Avrupa ve Kuzey Amerika da sıklıkla görülen paternden olasılıkla daha yakındır.
Hormonlar ve uyanıklık
Adrenalin ve kortikosteroid düzeyleri uyanık olduğumuzda daha yüksektir - aslında uykuda olduğumuzda adrenalin düzeyleri çok azalır. Buna karşılık, büyüme hormonu ve diğer yenileyici hormonların düzeyleri uykuda daha yüksektir.
Melatonin uykuyu harekete geçirir ve bu gerçek, insanların uçak yolculuğunda ortaya çıkan gece ve gündüz paternlerine uyum sağlamalarıyla sonuçlanacak şekilde, vücudun hormonal döngülerinin bazılarını değiştirerek, uzun süreli hava yolculuklarının etkilerinin üstesinden gelmek için yardımcı olmak üzere, kişilere bir melatonin eşdeğeri ilaç verilerek araştırılmaktadır.
Ne kadar uykuya gereksinmemiz var?
Fizyolojik faktörler
Herkes farklılık gösterir - sıklıkla bir gecede 8 saatlik uykunun azalmış formu herkes için geçerli değildir. Bazı kişilerin bundan daha fazlasına gereksinimi varken diğer taraftan başka insanlar bir gecede sadece 3 ya da 4 saatle yetinmektedir.
Tarih her gece birkaç saatlik uykuya gereksinim duyan başarılı liderlerin hikayeleriyle doludur - Napolyon ve Churchill bunlardan ikisidir. Diğer taraftan Einstein bazen günün 16 saatini uykuda harcayan uzun bir uykucuydu.
Uykunun miktarı yaşla değişkenlik gösterir. Yeni doğmuş bebekler günün 20 saatini uykuda harcamaktadır. Yaklaşık 2 yaşında uykuya gereksinim azalmaktadır, buna karşın küçükler halen erişkinlerden daha çok uykuya gereksinim duyar. Çocukluğun ileri yaşlarında ortalama uyku saatleri erişkin ortalamasının sadece çok az fazlasına kadar düşer. Ergenlikte uyku paternleri değişken hale gelir ve bazı gençler 11 yaşında olduklarından daha fazla uykuya gereksinim duyar görünmektedir. 16-17 yaşlara geldiklerinde, insanların çoğu, yaklaşık kırk beş yaşına kadar sürecek olan uyku paternlerini edinirler.
Yaşlı kişiler daha hafif uyuma eğilimindedir ve genellikle gençliklerinde gereksinim duyduklarından daha az uykuya gerek duyarlar - 70 yaşında olduklarında gecede ortalama sadece 6 saat (Bu ortalama bir değer olduğu için pek çok kişi bundan daha azına gerek duyacaktır). Uykusuzluktan yakınan pek çok yaşlı kişi aslında yaşları için normal uyumaktadırlar, fakat onlar gençlik yıllarında hatırladıkları uykularını stilleriyle karşılaştırmaktadırlar.
Çevre faktörleri
Bu bireysel farklılaşmalardan daha önemli olarak bir toplumdaki ortalama uyuma miktarı dış faktörlerden etkilenmektedir. Örneğin; elektriğin genel kullanımından önce insanlar uyuma paternlerini gün ışığının paternlerine daha fazla bağlamışlardı; bu özellikle de mevsime bağlı olarak oldukça değişkenlik gösteren gün ışığı miktarının olduğu yerler olan yüksek bölgelerde daha belirgindi. Biz doğal olarak çevremizdeki insanlarla aynı zamanda uyuma eğilimindeyiz. Tüm toplumlarda karanlığın uykunun ana harekete geçiricilerinden biri olduğu bizi şaşırtmamalıdır. Bu doğal ritim gece işçilerinde olduğu gibi şaşarsa uyku ile ilgili problem sıklıkla ortaya çıkar. | |
| | | !_RaiN_MaN_! Yeni Üye
Mesaj Sayısı : 82 Kayıt tarihi : 25/04/07
| Konu: Devekuşlarının Baş Gömmesi Nisan 27th 2007, 10:58 am | |
| Devekuşlarının Baş Gömmesi
Bu inanç ve görüşün nereden kaynaklandığı bilinmiyor. Güya devekuşu başını kuma gömünce düşmanlarını ve gelecek tehlikeyi görmez, onun için de rahatlarmış. Güney Afrika'da 80 sene boyunca yapılan gözlemlerde böyle bir olay görülmemiştir. Hiçbir devekuşu kafasını kuma gömmeye teşebbüs etmemiştir. Zaten bunu yaparlarsa boğulacakları da kesin.
Her ne kadar beyinleri gözlerinden küçük olsa da, kuş dünyasının en akıllılarından olmasalar da, devekuşları kendilerini gizlemek için başlarım kuma gömecek kadar da aptal değillerdir. Bu görüntünün asıl nedeni devekuşu yavrularının yırtıcı hayvanların saldırılarına karşı açık ve korumasız olmalarıdır. Onlar yetişkin devekuşları gibi hızlı koşup kaçamazlar. Bir tehlikeyi sezdiklerinde aniden kendilerini bulundukları yere bırakarak, hareketsiz kalıp çevreye uyum sağlayarak düşmanlarının dikkatlerinden kaçtıklarını ümit ederler.
Anne devekuşları bazen bütün vücutlarını, kanatlarını da açarak toprak üzerine yatırırlar ve yavrularını güneşin kavurucu etkisinden korumaya çalışırlar. Ayrıca devekuşlarının dinlenirken boyun kaslarını rahatlatmak için veya çok sık olmasa da uyurken bazen bu pozisyonu aldıkları biliniyor. Hatta bir görüşe göre, bu pozisyonda kafalarını yere dayayıp düşmanlarının ayak seslerini dinledikleri de ileri sürülüyor.
Daha yumurtadan çıkar çıkmaz erişkin bir tavuk büyüklüğünde olan devekuşu yavrularının uzun boyunları genellikle bej rengindedir ve üzerlerinde siyah çizgiler vardır. Bu renklerle otların renkleri ve gölgeleri karışarak iyi bir kamuflaj imkanı sağlar. Bu durumda otların aralarına başlarını soktuklarında vücutları görünürken boyun ve baş kısımları görülmez. Görülmeyen başın kurna gömülmüş gibi insanlar tarafından algılanmasının nedenlerinden biri de bu olabilir.
Bu tip uçamayan büyük kuşların başlarını kuma gömme gibi aptalca bir savunma sistemine zaten ihtiyaçları yoktur. İşitme ve görme duyuları son derecede iyidir. Boylarının da avantajı ile çevreyi çok iyi gözleyebilirler. Düşmanı diğer av adaylarından önce sezebilirler.
3 metrelik boylarına ve 100 - 150 kilogramlık ağırlıklarına rağmen saatte 50 kilometre hızla koşabilirler. Köşeye sıkıştıklarında ise kolay teslim olmazlar. Çok seri ve kuvvetli tekme atabilirler, uzun boyunları sayesinde düşmanı yaklaştırmadan mücadele edebilirler | |
| | | !_RaiN_MaN_! Yeni Üye
Mesaj Sayısı : 82 Kayıt tarihi : 25/04/07
| Konu: BÖCEKLER DAHA MI ÜSTÜN?? Nisan 27th 2007, 11:00 am | |
| Böcekler Daha mı Üstün?
Biz insanlar kendimizi tabiattaki en mükemmel varlık olarak kabul eder, dünyanın asıl sahibi olduğumuzu zannederiz. Oysa diğer canlılar bir yana insanlar böceklerle yaptığı savaştan bile galip çıkamamıştır. Bir kere böcekler, insanın ortaya çıkmasından milyonlarca yıl önce de dünyada yaşıyorlardı.
O devirlerde onlarla birlikte yaşayan, başta dinozorlar olmak üzere, bir çok canlı türü tabiattan silindikleri halde, onlar çoğalma kapasiteleri ve farklılaşarak yeni türler çıkarma yetenekleri sayesinde günümüze kadar gelebilmişler, okyanusların derinlikleri hariç dünyanın her köşesinde yaşamayı başarmışlardır.
İnsan en baştan beri böceklerle savaş halindedir. Bilim ve teknolojinin bu kadar gelişmesine rağmen insan bu savaşta nihai zafere ulaşamamıştır. Halbuki böcekler fare piresi ile yayılan veba mikrobu aracılığıyla tarihte 100 milyonun üzerinde insanın ölmesine sebep olmuşlardır. Böceklerle taşınan virüs, bakteri ve mikropların insana verdiği zarar ve zayiata tarih boyunca hiç bir savaş sebep olamamıştır.
İlk bakışta boyutlarının küçüklüğü böcekler için bir dezavantaj olarak görülebilir. Oysa böceklerin insanlarla savaşlarındaki başarılarının en önemli faktörlerinden biri de bu boyutlarındaki küçüklüktür. Böcekler bu bedenleri ile her yere girebilmekte, kolaylıkla kaçabilmekte, saklanabilmekte, gıdamıza ortak olmakta, evimizde yaşamakta hatta kanımızı bile emebilmektedirler.
Böceklerin beden yapılarının küçük olması, onların çok kuvvetli bir kas sistemine ve inanılmaz fiziksel özelliklere sahip olmalarını sağlamıştır. Bacak uzunluğu 1,2 milimetre olan bir pire 196 milimetre yüksekliğe sıçrar ve 330 milimetre uzaklığa rahatça atlar.
Eğer insanoğlu kendi bedenine göre pire kadar kuvvetli olabilseydi bacak uzunluğu 90 santimetre olan ortalama bir insan 146 metre yüksekliğe sıçrayabilir, 247 metre uzağa atlayabilirdi. Muhteşem kas yapılan nedeni ile bir kaç milimetre boyunda olan bir sinek saniyede 330 kez kanat çırpabilir, küçük bir karınca ağırlığının 50 katı kadar bir yükü itebilir.
Böcekler üreme bakımından da insanlardan çok üstündürler. Bir çift sineğin bıraktığı yumurtaların hepsi yaşasa ve bunlar erginleştikten sonra hepsi üremeye devam edebilse 5 ay içerisinde sayılan inanılmaz bir miktara ulaşırdı (191'in yanına 18 tane sıfır koyun). Şükür ki tabiatın dengeleri hiçbir zaman buna müsaade etmez.
Böceklerin bir çoğu insan kemiğinden daha sert, daha dayanıklı ve hafif, mekanik ve kimyasal dış etkenlere hatta aside dayanıklı bir dış iskelete veya beden duvarına sahiptirler.
Ayrıca böceklerin dünyada yaşadıkları yerlerde nüfus yoğunlukları da çoktur. Çekirgelerin sürü halindeki uçuşlarında 320 kilometrekarelik bir alanı kapladıkları görülmüştür. Ormanlık bir bölgede 4 500 metrekarelik bir alanda, toprağın üstünde ve altında 65 milyon böcek yaşayabilmektedir. Eğer dünyadaki bütün böcekler bir araya getirilebilselerdi, bunların toplam ağırlığı, dünyamızda yaşayan tüm insanların ve hayvanların ağırlıklarının toplamından fazla olurdu.
Şimdiye kadar böceklerin hep zararlarını anlattık. İpeği yapan ipek böceği ya da balı yapan arı da birer böcektir. Çiçeklerin ve meyvelerin çoğunun üremeleri böceklerin taşıdıkları tozlarla olur.
O halde dünyamızın bu üstün yaratıkları ile savaşta, iyi ile kötüyü ayırt etmeye, tabiatın dengesini bozmamaya çok dikkat etmemiz gerekmektedir. Zaten şimdilik her iki taraf da belirgin bir üstünlük sağlamış değillerdir. | |
| | | !_RaiN_MaN_! Yeni Üye
Mesaj Sayısı : 82 Kayıt tarihi : 25/04/07
| Konu: ELEKTRİKLİ BALIKLARIN SIRRI Nisan 27th 2007, 11:02 am | |
| Elektrikli Balıkların Sırrı
Canlı varlıkların elektrik ürettikleri uzun zamandan beri bilinmektedir. En kuvvetli gerilimi sağlayan organlar kaslar ve sinirlerdir. Bütün kas lifleri elektrik yükü içerirler. Kalp kasının çıkardığı gerilimin incelenmesine "elektrokardiyografi' denilir ve bu bilim dalının gelişmesiyle kalp hastalıklarının teşhis ve tedavisi kolaylaşmıştır.
Sinir merkezleri de elektrik akımı doğururlar. Hatta deride, salgı bezlerinde, gözün ağ tabakası gibi duyu organlarında elektrik akımı oluştuğu ortaya konulmuştur. Hücrelerde de elektrik akımının varlığı tespit edilmiştir. Canlılarda elektrik olayını inceleyen bilime 'elektrobiyoloji', canlı organların elektrik üretmelerini inceleyen bilim dalma da 'elektrobiyogenez' deniliyor.
Çeşitli hayvanlar, elektrikli veya ışıklı organlarla donanmışlardır. Bunlar savunmada, yön bulmada hatta bazı cinsler arası yakınlaşmalarda rol oynarlar. Elektrikli hayvanların hepsi balıklar arasındadır.
Bazısı denizde bazısı tatlı sularda yaşayan yüzlerce tür elektrikli balık vardır. Elektrik akımı kas ve sinir dokularından oluşmuş özel organlarında üretilir. Bu elektrik akımı çoğu kez bir iğne batması kadar zayıftır. Bazı türler ise insanı bile sersemletecek kadar güçlü bir elektrik akımı üretirler. Bu gerçek anlamda bir elektrik boşalmasıdır, yarattığı etki de gerçek bir elektrik çarpmasıdır.
Elektrik balıklarının en tanınmış üyeleri torpil balığı ve elektrikli yılan balığıdır. Gerçek yılan balıklarıyla hiçbir ilgisi olmayan ve bir tatlı su balığı türü olan elektrikli yılan balığının 2,5 metreye varan boyunun, beşte dördü, özellikle kuyruk bölümü elektrik organlarıyla kaplıdır. Bir seferde 500-600 volt akım boşaltarak büyük hayvanları bile felce uğratabilirler.
Elektrikli balıklarda, baştan kuyruğa kadar uzanan elektrik organları, pillerdeki parçalar gibi birbirlerine yapışık, disk şeklinde bölünmüş küçük sütuncuklardan meydana gelir. Sinir sisteminin etkisiyle bu sütuncukları oluşturan yüzlerce diskin alt yüzeylerinde pozitif elektrik, öteki yüzeylerinde negatif elektrik oluşur.
Böylece disk kümesi tam bir pil haline gelir. Bu canlı pil beyinden gelen sinirlere bağlıdır. Balık kendini tehdit eden düşmana bîr elektrik deşarjı yapar, bu sayede düşmanını felç eder.
Elektrikli balıkların vücutlarındaki elektrik boşalması sürekli değildir. Biriken elektriği boşalttıktan sonra yeniden elektrik üretip depolayabilmeleri için aradan bir süre geçmesi gerekir. Elektrikli balıkların çarpmaları şiddetli ağrı yapar hatta insanı devirebilir ama hiçbir zaman öldürücü değillerdir. | |
| | | !_RaiN_MaN_! Yeni Üye
Mesaj Sayısı : 82 Kayıt tarihi : 25/04/07
| Konu: Geri: _GENEL_KÜLTÜR_ Nisan 27th 2007, 11:04 am | |
| ŞEHİRLERİN İSİMLERİ NERDEN GELİYOR
Van
Van’ı Asur kraliçesi Semiramis kurdu. Bundan dolayı şehre “Şahmirankent” adı verildi. Daha sonra Persler döneminde buraya Van adında bir vali geldi ve şehri bayındır hale getirdiğinden şehre onun adı verildi.
Yozgat
yozgat isminin kaynağına ilişkin değişik söylentiler vardır. yozgat sürü veya otlak kent anlamına gelir. bozok yaylası eskiden beri hayvancılığın gelişmesinde önemli yer tutmuştur. yozkent, sürüleri bol olan şehir anlamına gelmektedir. daha sonra bu ismin yozgat olarak değişikliğe uğradığı ileri sürülmektedir. yozgat adı yabancı tarih kitaplarında "uskat, juskat, yougat, yüz-kat, yozhourt" şeklinde geçer. bir söylentiye göre; yozgat sözcüğünün aslı "yüzü yoz" (koyun sürüsü memleketi) olduğundan "yozkent" veya rakımın yüksek oluşundan dolayı da "yüz-kat"tır. cumhuriyet döneminde tbmm birinci dönem milletvekillerinden süleyman sırrı içöz'ün 4 kasım 1922 tarihli teklifi üzerine bozok ismi kaldırılarak 1923 senesinde itibaren ilin adı yozgat olmuştur.
Uşak
Çocuk veya genç adının halk dilinden söylenişidir. Bazı rivayetlere göre ise uşak (ayınla söylenişi) kelimesinin aşık kelimesinden geldiği söylenmiştir.
Urfa
Eski adı “Orhoe veya Orhai”dir. Dah sonra Araplar tarafından “R”ya çevrilmiştir. Bir diğer rivayete göre ise FORUM KURALLARINA GÖRE SİYASET YASAKTIRçeden gelmekte olup R yani güneş demektir. Şehir Babil hükümdarı Ramis-Nemrut tarafından kuruldu.
Tekirdağ
Adını, kıyı boyunca uzanan Tekirdağlarından almıştır.
Tokat
Eski adı “Komana Pontika”idi. Tokat adının Pontika adının halk arasından değişmiş şeklidir.
Trabzon
“Trapezus” sözcüğünden gelir. Anlamı dörtköşe’dir.
Tunceli
Burada bazı maden yataklarının bulunmasından dolayı şehre Tunceli adı verilmiştir. Yani tunçülkesi demektir.
Sakarya
Adını sınırları içinden geçen Sakarya nehrinden alır
Samsun
Eski adı “Amisos”dur. Samsun ismi bu kelimenin halk arasından değiştirilmesidir.
Sivas
Adının nereden geldiği konusunda her hangi bir kayda rastlanmamıştır.
Siirt
Siirt adının Keldani aslından geldiği ve şehir anlamına geldiği söylenir. Diğer bir ravayete göre ise Sert kelimesinin bozulmuş şeklidir.
Rize
Kafkas kökenli bir kelime olduğu sanılmaktadır.
Ordu
Eski adı “Kotyora”dır. Halk tarafından bu isim değişikliğe uğramıştır.
Niğde
İlkçağda bölgede Nagdoslular adlı bir kavim yaşadığından bu şehre isimlerini vermişler. Arap kaynakları şehre “Nekide veya Nikde” demişlerdir. Halk ise şehre Niğde adını vermiştir.
Nevşehir
Onsekizinci yüzyıla kadar şehir bir köydü ve adı “Muşkara” idi. Daha sonra Nevşehirli Damat İbrahim Paşa köyünü geliştirdi ve yeni şehir anlamında Nevşehir adını verdi.
Malatya
Hititler döneminde buranın adı “Meliddu”dur. Halk tarafından Malatya olarak değişmiştir.
Manisa
Yunanca Magnesya’dan gelmiştir. Türkler burayı alınca Manisa olarak şehrin ismini değiştirdiler.
Mardin
Mardin adı Süryanice’de Marde’den geldiği rivayet edilir. Romalılar “Maride” Araplar ise “Mardin” adını vermişlerdir. Diğer bir rivayet göre ise FORUM KURALLARINA GÖRE SİYASET YASAKTIRçedeki Mer-din yani erkek, yiğit –görmek kelimesinden geldiği söylenmiştir.
Muğla
Eski adı “Mobolla”’dır. Türkler buraya daha sonra Muğla demişlerdir.
Muş
Bir rivayete göre süryanice’deki suyu bol anlamına glene Muşa’dan diğer bir rivayete göre ise Şehrin kurucusu “Muşet’den gelmiştir
Karaman
İlk ismi Laranda’dır. Selçuklu ve Osmanlılarda ki ismi Larende idi. Karamanoğullarının başkenti olduğundan buraya daha sonra Karaman adı verildi.
Kahramanmaraş
Asıl adı Markasi’dir. Halk dilinde Maraş olarak değişmiştir. Kurtuluş savaşında Fransızlara karşı şehirlerini kahramanca savunduklarından meclis tarafından ll Şubat 1922’de kahraman ünvanı verildi.
Kars
MÖ: 130-127 yılında buraya yerleşen Karsak oymağından dolayı şehre kars adı verilmiştir. Kars kelimesinin anlamı ise deve ya da koyun yününden yapılan elbise veya şal kuşağı anlamına gelir.
Kastamonu
Şehrin eski adı “Tumana”dır. Buraya daha sonra Gas-Gas isimli bir kavim yerleşti. İşte Kastamonu Gas ve Tuman’ın birleşmesinden meydana gelmiştir.
Kayseri
Romalılar Mazaka adlı şehri alınca buraya Kaysarea adını verdiler. Yani İmparator şehri anlamına gelir. Daha sonra Kayseri olarak halk arasında yayıldı
Kırşehir
Kır ve Şehir kelimesinin birleşmesinden oluşmuştur.
Kocaeli
Orhan gazi döneminde bu bölgeyi feth eden Akçakoca isimli komutandan dolayı buraya Kocaeli denildi.
Konya
İsa’dan önce 47-50 ve 53 yıllarında Hıristiyan azizlerinden St. Paul burayı ziyaret etti ve şehir önemli bir dinsel merkez olarak gelişti. Bu nedenle Hıristiyanlar ona, “İsa’nın tasviri” anlamına gelen “ikonyum” adını verdiler. Abbasiler burayı alınca “Kuniye’ye” çevirdiler. Türkler bu ismi Konya olarak değiştirdi.
Kütahya
Frigler buraya “Katyasiyum veya Katiation” adını vermişlerdir. Daha sonra yöre halkı buraya Kütahya demiştir
İstanbul
MÖ. 658 yılında Megara kralı Byzas tarafından kurulduğundan bu şehre kurucusundan dolayı Bizantion adı verilmiştir. Roma imparatoro Marcus Avrelius döneminde imparatorun manevi babasının adıyla “Antion” olarak anıldı. Bizans İmparatoru Konstantin bu şehri yeniden kurunca buraya kendi adını verdi. Şehre “Konstantin veya Konstanpolis” adı verildi. Araplar “Kostantiniye, Romalılar Konstantinopolis” demişlerdir. Daha sonra bu ismin kısaltılmış şekli olan “Stin-polis” deyimi kullanıldı. İşte İstanbul bu “Stin-Polis” şehrinden türetildi. Türkler burayı alınca Müslüman şehir anlamında “İslambol” adını verdiler. Fakat daha sonra İstanbul olarak değiştirildi.
İzmir
Şehrin asıl adı “Smyrna”dır. İzmir kelimesi smyrna’nın halk arasındaki kullanış şeklidir. Homeros destanlarında bu kent ismini Kıbrıs Kralı Kinyras’ın kızı Smyra’dan alır ve tanrıça Artemis İzmirli’dir. Kimi kaynaklara göre de, İzmir şehrini ilk kuran Hititler değil, Amazonlar’dır. (Hititler de buraya Navlühun adını vermişlerdir.
Gaziantep
Şehrin eski adı Ayıntab’dır. Kelime anlamı, pınarın gözü demektir. Halk bunu Antep olarak değiştirmiştir. Halk Kurtuluş savaşında Fransızlara karşı başarılı bir savaş verince 6 Şubat 1921’de çıkartılan bir yasayla Gazi ünvanı verildi.
Gümüşhane
Burada daha önceleri gümüş madenleri olduğundan, bu şehre Gümüşhane denilmiştir
Edirne
Romalılar döneminde imparator Hadrianus tarafından kurulduğu için şehir “Hadrianopolis” dını alır. Hadrianus’un şehri anlamına gelen bu sözcük, sonradan değşimlere uğrayarak Edirne halini aldı.
Elazığ
1834 yılında Mezra denilen yerde kuruldu.1862 yılında buraya o sıradaki padişah Abdülaziz’in onuruna “Mamuretülaziz” adı verildi. Bu ismi uzun bulan halk onu Elaziz olarak kısalttı. 1937 yılında Elazığ’a çevrildi.
Erzincan
Erzincan ovasından adını alır. Ezirgan diye halk tarafından söylenir. Buranın eski adı Eriza’dır.
Erzurum
Ardı Rum kelimesinden gelir. Yani Rum toprağı demektir. Diğer bir rivayete göre de Selçuklular buraya Erzen-Rum demişlerdir. Erzen darı demektir. Şehir o zamanlar bir tahıl ambarı olarak kullanılmıştır.
Eskişehir
Eski adı Doylaion’dur. 1080 yılında Türkler burayı ele geçirdi. 1175 yılında burasını Bizans geri aldı. Kılıçarslan bu şehri daha sonra geri alınca, ona “Bizim eski Şehrimiz” anlamına gelen Eski Şehir adını verdi.
Diyarbakır
Bakır ülkesi anlamına gelmektedir. Bu ismin kaynağı Diyar-ı Bekir’dir. Bekir’in memleketi anlamına gelir. Bunun nedeni de Bekir b. Va’il adlı Arap göçebe boyunun buraya yrleşmiş olmasından kaynaklanır. Diyarbakır’ın eski adı Amid veya Amed’dir. Gelen veya bizim anlamına gelir. Dede Korkut kitabında Amid’e Hamid de denilmiştir.
Denizli
Deniz-ili kelimelerinin birleşmesinden oluşmuştur. İl eski Türkçe’de ülke, memleket anlamına gelir. Yani deniz memleketi denilir.Bir diğer rivayete göre de kelimenin aslı domuz-ili'dir. Bu da bölgede domuz çokluğundan kaynaklanmaktadır.
Çanakkale
Marmara ve Ege denizlerini birleştiren Boğaz’daki şehir ve kasabaların en büyüğü ve il merkezidir. Boğazın doğu kıyısında ve en dar yerinde kurulmuştur. Burada denizini şekli tıpkı bir çanağı andırır. Bugünkü ismini buradan alır.
Çankırı
İlkçağda “Gangra” kalesinin eteğinde kuruldu. İsmini Gangra kalesinden alan Çankırı’ya yakın zamana kadar Çangırı ve Çenğiri deniliyordu.
Çorum
Rivayete göre Çoğurum kelimesinden türetilmiştir. Bu da bölgede zamanında Rumların çoğunluğu oluşturmasından kaynaklanmaktadır.
BURSA
Eski çağlardaki Bitinya bölgesinin başkentidir. Buraya kurucusu Bitinya kralı Prusias’ın adı verildi. (MÖ:ll.yüzyıl)
BURDUR
Eski adı Askaniya’dır. İsmini yanında kurulmuş olduğu Burdur gölünden alır.
BOLU
Önceleri Bithynion Romalılar döneminde ise Claudiopolis adı verildi. Türkler burayı alınca Claudiopolis sözcüğünü kısaltıp sadece polis dediler. Daha sonra bu da halk dilinde değişerek Bolu oldu.
BİTLİS
Kimi tarihçilere göre, “Bageş” ya da “Pagiş” sözcüklerinden türemiştir. Kimilerine göre de Büyük İskender’in komutanı “Lis” ya da “Badlis” burada bir kale kurmuş. Bitlis sözcüğü bu komutanın isminden kaynaklanıyormuş.
BİNGÖL
Buradaki bir çok göllerden dolayı bu isim kendisine verildi.
BİLECİK
Bizanslılar döneminde burada Bilekoma adlı bir kale vardı. Osman bey burayı alınca bu adı Bilecik olarak adını verdi.
BAYBURT
Eldeki kaynaklara göre kasabanın ortaçağdaki adı “Paypert” ya da “Pepert” idi. Bayburt adı buradan gelmektedir.
BALIKESİR
Şehrin adının eski hisar anlamına gelen Paleokastio’dan türediği sanılmaktadır. Halk arasında dolaşan bir söylentiye göre de balı çok anlamına gelir. Çünkü Kesir Arapça’da çok anlamına gelmektedir
AĞRI
İsmi sınırları içindeki “Ararat” dağından alır. Çok eski çağlarda yeryüzü korkunç bir su baskınınına uğradı.(Nuh Tufanı) Nuh peygamber bütün canılardan bir çifti alarak bir gemiye bindirdi. Gemi Cudi (İslam kaynaklarına göre) (Hristiyan kaynaklarına göre de Ararat – Ağrı) dağına kondu. Ararat, önce aran sonra da Ağrı adını aldı.
AKSARAY
Selçuklu Sultanı İzzettin Kılıçarslan, şehirde cami, medrese, kümbetler ve büyük ve beyaz bir saray yaptırdı. Şelir “Aksaray” adını işte bu beyaz saraydan aldı.
AMASYA
Amasya şehrini tarihçi Strabon’a göre Amazon karalı Amasis kurdu ve ona Amasis kenti anlamına gelen “Amasesia” ismini verdi.
AYDIN
İlk olarak Argoslar tarafından kuruldu. Anadolu beylerinden Aydınoğlu Mehmet bey’den aldı. Aydın, Mehmet beyin babasının ismidir.
ARTVİN
İskitler tarafından kuruldu. Artvin sözü iskitçe’dir.
ANTALYA
MÖ ll.ci yüzyılda Bergama karalı Attalos ll tarafından kuruldu. Şehir önceleri ismini kurucusundan aldı ve Attaleia adıyla anıldı. Daha sonra bu isim Adalia, Antalia ve en son Antalya şekline dönüştü.
ANKARA
İslam kaynaklarında Ankara’nın adı Enguru olarak geçer. Kimilerine göre Ankara sözü Farsça “Üzüm” anlamına gelen Engür’den, ya da Yunanca’da Koruk anlamına gelen”Aguirada’dan türemiştir. Bazılarına Hint-Avrupa dillerindeki “Eğmek” anlamına gelen Ank ya da Sankskritçe de; “Kıvrıntı”,, anlamına gelen ankaba’dan veya Latince’den çengel anlamına gelen uncus’dan türediği ileri sürülmektedir. Frig dilinde Ank “engebeli, karışık arazi anlamına gelir.” Şehrin diğer isimleri; Ankyra, Ankura, Ankuria, Angur, Engürlü, Engürüye, Angare, Angera, Ancora, Ancora ve son olarak Ankara şeklini almıştır.
ANTAKYA
MÖ 300 yıllarında Makedonya Kralı Seleukoz bu yörede Antakya’yı kurdu ve şehre babasının ismi olan Antiokhia adını verdi. Zamanla büyüyen kent, başkent halini aldı.
AFYONKARAHİSAR
Afyon türkülerinde sık sık “Hisar” sözcüğü geçer. “Hisarın bedenleri çevirin gidenleri” Bu hisar sözcüğünün Afyon türkülerinde sık sık yinelenmesi nedensiz değildir. Eski adı Akroenos olan şehri Selçuklular uzun süren bir kuşatmadan sonra ele geçirdiler. “Hisar” kuşatma anlamına gelir. Acılarla elde edilen yere “Karahisar” dediler ve orada, kara taşlardan bir kale kurdular. Onaltıncı yüzyılda bölgede afyon yetiştirlmeye başlayınca, Karahisar’ın başına bir de Afyon eklendi ve şehir “Afyonkarahisar” adını aldı.
ADAPAZARI Bu ilimize Adapazarlılar kasaca Ada der. Çünkü Sakarya ve Çark suyu arasında yer alan şehir, tıpkı bir adayı andırır. “Pazar sözüne gelince: Burası onyedinci yüzyılda yörenin Pazar yeriydi. İşte, Adapazarı bu iki sözcüğün “Ada” ve “Pazar” sözcüklerinin birleşmesinden oluştu. Adapazarı, Sakarya ilimizin merkezidir. __________________ | |
| | | !_RaiN_MaN_! Yeni Üye
Mesaj Sayısı : 82 Kayıt tarihi : 25/04/07
| Konu: Develerin Hörgüçleri Nisan 27th 2007, 11:07 am | |
| Develerin Hörgüçleri
Devenin ana yurdu Kuzey Amerika'dır. Tarih içinde oradan Güney Amerika ve Asya'ya yayılmış, Kuzey Amerika kıtasında ise zamanla yok olmuştur. Güney Amerika'daki lama, alpaka (bir cins koyun), guanako (lamanın irisi) gibi hayvanlar devenin akrabaları sayılabilirler.
Yaşadıkları kum fırtınalarına ve diğer olumsuz şartlara uyabilmek için iki sıra koruyucu kirpikleri ve tüylü kulak delikleri oluşmuş, burun deliklerini açıp kapayabilme, çok uzaktan görebilme ve koku alabilme yeteneklerine sahip olmuşlardır.
Develerin tek hörgüçlülerine Arap devesi, çift hörgüçlülerine ise Baktriane (Bactrian) devesi adı verilir. Baktriane Afganistan'ın kuzeyinde bir yer olup bugün adı pek bilinmemesine rağmen çok çeşitli medeniyet ve kültürlere ev sahipliği yapmış, çok önemli tarihi geçmişi olan bir bölgedir.
Her iki cins deve de yük hayvanı olarak kullanılırlar. Çift hörgüçlü deve daha yavaştır (3-5 kilometre/saat) ama bir günde kervan içinde durmadan 50 kilometre yol gidebilir. Hörgücünün tepesine kadar olan yüksekliği 2 metre iken Arap devesinin sadece bacak yüksekliği neredeyse 2 metredir. Arap devesi 18 saat boyunca saatte 13-16 kilometre hızla yol alabilir. Develerin yük hayvanı olmalarının yanında etlerinden, sütlerinden, yünlerinden ve derilerinden de faydalanılır.
Genelde develerin hörgüçlerinde su olduğuna, bu sayede çöllerde uzun süreli yolculuklara bu kadar dayanıklı olduklarına inanılır ama gerçek bu değildir. Öyle olsaydı deve vücudundan su tükettikçe hörgücünün de bir balon gibi porsuyup inmesi gerekirdi.
Develerin hörgüçlerinde sadece yağ bulunur. Burası 30-35 kilogramlık bir yağ deposudur. Genellikle bir çok hayvan ilerde enerji kaynağı olarak kullanmak üzere vücudunda yağ depolar ama develer bunu hörgüçlerinde yaparlar. Yiyecek bulamadıkları zaman buradan faydalanırlar. Hörgücün bir ikinci işlevi de deveyi çölün kızgın güneşinden korumasıdır.
Develer zaten çölde suya az gereksinim duyarlar. 40 dereceyi bulan sıcaklıklarda iki haftaya yakın susuz kalabilirler. Burun mukozaları insana göre 100 kat daha büyüktür. Bu sayede nefes verirken havada bulunan nemin üçte ikisini geri kazanabilirler.
Bir devenin vücudundaki toplam suyun yüzde 22'sinin kaybı halinde karnı çekilir, kasları büzüşür ama bu, onun performansını çok etkilemez. Buna karşın bir insan vücudundaki suyun yüzde 5'ini kaybedince görme duyusunda azalma başlar, yüzde 12'sini kaybedince de ölebilir.
Develerin susuzluğa dayanıklı olmalarının nedeni su kayıplarının büyük bir kısmının dokularındaki sudan olması, kandaki suyun pek etkilenmemesidir. Ancak bütün bu özelliklere rağmen susuzluğa dayanma rekoru develerde değil, farelerdedir. Bu konuda zürafa da her ikisiyle yarışabilir.
Yeri gelmişken develerin bir başka özelliğine de değinelim. Hayvanlar arasında sadece deve, kedi ve zürafa önce sağ taraftaki ön ve arka ayaklarını, sonra sol taraftakileri atarak yürürler. Yani sol - sağ şeklinde değil sol - sol, sağ -sağ şeklinde. Hatta şiirdeki aruz vezninin ritminin Arap yarımadasındaki develerin bu yürüyüşlerindeki ritimden doğduğu bile rivayet edilir. | |
| | | !_RaiN_MaN_! Yeni Üye
Mesaj Sayısı : 82 Kayıt tarihi : 25/04/07
| Konu: Balık Eti Neden Beyazdır? Nisan 27th 2007, 11:11 am | |
| Balık Eti Neden Beyazdır?
Gıda olarak kesilen hayvanların yenilebilen kas kısımları et olarak adlandırılır. Etin içinde ayrıca kan, epitel, kemik, sinir, yağ ve bağ dokuları vardır.
Genelde etler kırmızı ve beyaz et olarak ikiye ayrılırlar. Sığır, koyun, keçi etleri kırmızı et olarak kabul edilirlerken, tavuk, hindi gibi kümes hayvanları ile balıkların etleri beyaz et kategorisine sokulur. Aslında biyolojik yapı olarak kümes hayvanlarının etleri balık etinden çok farklı, kırmızı ete daha yakındırlar. Bazılarının etlerinin rengi de zaten beyaz değil kahverengidir.
Etlerin kırmızı ve beyaz rengini saptayan eleman 'miyoglobin' denilen proteinlerdir. Bunlar kanda, alyuvarlarda bulunurlar ve kaslara gerekli olan oksijeni sağlarlar. Beyaz ette miyoglobin miktarı çok azdır.
Balık eti diğer yürüyen, uçan, sürünen hayvanların etlerinden birçok yönden farklıdır. Balıkların kasları diğerlerine göre gelişmemiştir. Bir filin tonlarca ağırlığını, yerçekimine karşı taşıması ve hareket ettirebilmesi için muazzam bir kas sistemine ihtiyacı vardır. Bu nedenle filin vücudunda 50 bin kas vardır.
Balıklar ise neredeyse ağırlıksız bir ortamda yaşarlar. Onun için çeşitli vücut organlarını ana iskeletlerine bağlayacak, kıkırdak, kiriş ve bağ dokuları gibi dokulara fazla ihtiyaçları yoktur.
Balıklıklar suda düşmanlarından kaçabilmek için çok ani ve süratli hareket etmek zorundadırlar. Bu nedenle kaslarındaki lifler çabuk açılıp kapanabilen tipte liflerdir. Çok ani hareketlere ihtiyaç duymayan kara hayvanlarındakilere oranla balıklardaki bu tip lifler daha kısa ve incedirler. Kolayca birbirlerinden ayrılabilirler. Onun için balık etini yerken çiğnemesi kolaydır, ağızda dağılır. Hatta çiğ olarak bile rahatça yenilebilir.
Balığın kaslarındaki bu çabuk açılıp kapanabilen lifler çok kısa süreli çalıştıkları için fazla enerji yani oksijen depolamalarına gerek yoktur. Bu nedenle balığın vücudundaki kan miktarı çok değildir. Olanlar da çoğunlukla solungaçların civarında toplanmışlardır.
Görüldüğü gibi bir etin renginin kırmızılığı miyoglobin miktarına, miyoglobin miktarı kan miktarına, o da kasların ne kadar kan ihtiyacı olduğuna bağlıdır. Çok aktif ve hızlı yüzen bir balık olan Orkinos (Ton) balığının etinin rengi, sakin bir balık olan Dilbalığı'na göre daha kırmızımsıdır. | |
| | | !_RaiN_MaN_! Yeni Üye
Mesaj Sayısı : 82 Kayıt tarihi : 25/04/07
| Konu: ŞİFALI_BİTKİLER Mayıs 2nd 2007, 1:15 pm | |
| ŞİFALI_BİTKİLER
ACI BAKLA
Semen Lupini Şeker hastalığına karşı kullanılır.
ACI YONGA Lignum Quassiae İştah açıcı, kuvvet verici, kurt ve ateş düşürücü
ADAÇAYI
Salvia officinalis Gaz söktürücü, antiseptik, kuvvet verici ve uyarıcı
ALIÇ
Fructus Crataegi Özellikle kalp üzerinde etkili, idrar söktürücü, kabız
ALTINOTU
Herba Ceterachi İdrar söktürücü ve kabız etkileri vardır. Basura karşı, haricen kullanılır.
AMBER
Ambra Grisea Kaşalot balığından elde edilir. Kalbi kuvvetlendirir, iştah açar ve cinsel arzuyu artırır.
ANASON
Fructus Anisi Vulgaris Gaz söktürücü, iştah açıcı, süt artırıcı ve uyku vericidir.
ANDIZ KÖKÜ
Radix Helenii Safra söktürücü, öksürük kesici, göğüs yumuşatıcı,kuvvet verici ve kurt düşürücüdür.
ARDIÇ TOHUMU
Fructus Juniperi İdrar artırıcı, terletici, midevî ve antiseptik özellikleri vardır.
ASPİR
Flos Carthami Romatizma ağrılarına karşı etkilidir. Dahilen terletici, kurt düşürücü ve adet getiricidir.
BALIKOTU
Fructus Cocculi indici Dahilen kurt düşürücü, sara nöbetlerini azaltıcı olarak kullanılır. Tehlikeli bir drogdur.
BAMYA ÇİÇEĞİ
Flos Hibisci Dahilen göğüs yumuşatıcı, lapa halinde haricen çıbanları olgunlaştırıcıdır.Kabızlığa karşı etkili ve zararsız bir drogdur.
BESBASE
Rhizoma Polypodii Müshil, safra ve balgam söktürücü ve kurt düşürücü etkilere sahiptir.
BİBERİYE
Folium Rosmarini Dahilen kabız, hazım sistemi uyarıcısı, safra artırıcı ve idrar söktürücü, haricen ise iltihaplı yaraların tedavisinde kullanılır.
BÖĞÜRTLEN
Folium Rubi Kabız, kuvvet verici, idrar söktürücü ve şeker hastalığına karşı kullanılır. Bademcik iltihaplarında da gargara yapılır.
CİVAN PERÇEMİ
Herba Millefolii İdrar artırıcı, iştah açıcı, gaz söktürücü, adet söktürücü ve yara iyileştiricidir.
ÇAKŞIROTU KÖKÜ
Ferulae meifoliae Cinsel kudreti artırıcı olarak etkilidir.
ÇAM SAKIZI
Terebenthina Communis Solunum ve idrar yolları hastalıklarında kullanılan etkili bir antiseptiktir.
ÇEKEM
Fructus Visci albi Kabız, idrar artırıcı, kusturucu, kuvvet verici ve tansiyon düşürücü etkileri vardır. Romatizma ağrılarında kullanılır.
ÇÖREKOTU
Semen Nigellae İdrar ve süt artırıcı, iştah açıcı ve adet söktürücüdür.
ÇÖVEN KÖKÜ
Radix Saponariae albae Tedavide nadiren kullanılır. Bilhassa tahin helvası yapımında kullanılır. İdrar ve balgam söktürücüdür.
DAĞÇAYI
Sideritis Uyarıcı, gaz söktürücü, iştah açıcı ve mide ağrılarını kesici özelliklere sahiptirler.
DEFNE YAPRAĞI
Folium Lauri Terletici, antiseptik ve midevi etkilere sahiptir.
DEVE ÇÖKERTEN
Fructus Tribuli Taş düşürücü, idrar söktürücü ve kuvvet verici olarak kullanılmaktadır.
DEMİR HİNDİ
Pulpa Tamarindorum Müshil ve müleyyin bir etkiye sahiptir. Hiçbir tahriş edici etkisi yoktur.
DENİZ KADAYIFI
Carrageen Dahilen, çok kullanılan bir göğüs yumuşatıcı ve öksürük kesicidir.
DEVE DİKENİ
Herba Cardui mariae Karaciğer hastalıklarına karşı ve safra artırıcı olarak kullanılır.
DUT MEYVASI
Fructus Mori nigri Meyvalardan hazırlanan şurup, gargara halinde, ağız ve boğaz hastalıklarına (pamukçuk) karşı kullanılır.
EĞİR KÖKÜ
Rhizoma Calami aromatici Gaz söktürücü, terletici ve antispazmotiktir. Dahilen Prostat, haricen ise romatizma için kullanılır.
FESLEĞEN
Herba Basilici Yatıştırıcı, midevi, idrar artırıcı ve gaz söktürücüdür.
FUNDA
Herba Ericae İdrar yolları dezenfektanı, idrar söktürücü ve kabız etkilere sahiptir.
GELİNCİK
Flos Rhoeados Yatıştırıcı, öksürük kesici, göğüs yumuşatıcı ve hafif uyutucu etkilere sahiptir.
GİNSENG
Ginseng Kalp kuvvetlendirici ve yorgunluğu gidericidir. Cinsel gücü artırıcı etkileri vardır.
GÜNLÜK
Gummi Olibanum Dahilen kuvvet verici, yatıştırıcı, kabız, idrar artırıcı, adet söktürücü, adet getirici ve romatizma ağrılarını dindiricidir.
HALİLE (Kara-Sarı)
Fructus Myrobalani Sarı halile müshil, Kara halile ise kabız olarak kullanılır. Haricen ise yara iyileştiricidir.
HARDAL TOHUMU
Sinapis nigrae Haricen lapası, yakısı ve banyosu yapılir. Kanı cilde toplamak ve ağrı kesmek için kullanılır.
HATMİ ÇİÇEĞİ
Flos Altheae Göğüs yumuşatıcı ve tahrişleri gidericidir.
HAVACIVA
Radix Alkannae Kabız ve yara iyileştiricidir.
HAVUÇ TOHUMU
Dauci carotae Midevi, gaz söktürücü, gebeliği önleyici ve cinsel gücü artırıcıdır.
HAYIT TOHUMU
Agni-Casti idrar artırıcı, gaz söktürücü ve yatıştırıcıdır.
HÜNNAP
Jujubae Göğüs yumuşatıcı, öksürük kesici, müshil ve kan temizleyicidir. Şeker hastalığına karşı da kullanılır.
IHLAMUR
Flos Tiliae İdrar artırıcı, terletici, yatıştırıcı, uyutucu ve göğüs yumuşatıcıdır.
ISIRGAN
Folium Urticae Yaprak veya kök, dahilen kan temizleyici, idrar artırıcı ve iştah açıcıdır.
İĞDE ÇİÇEĞİ Flos Elaeagni Kabız, kuvvet verici ve antiseptiktir. C vitamini deposudur. Gribe karşı etkilidir.
KAFUR
Camphora Sinir sistemi, solunum ve kalp üzerinde uyarıcı etkileri vardır.
KAKULE
Cardamomi İştah açıcı, gaz söktürücü ve midevi etkilere sahiptir. Kahveye konur.
KEBABİYE
Cubebae Solunum sistemi antiseptiğidir. Belsoğukluğunda kullanılır.
KARANFİL
Caryophyllus Uyarıcı, midevi ve antiseptik etkileri vardır.
KEKİK
Herba Thymi Midevi, yatıştırıcı, antiseptik etkileri vardır.
KEREVİZ TOHUMU
Apii graveolentus Uyarıcı ve iştah açıcıdır. Prostat için kullanılır.
KETEN TOHUMU Semen Lini Müshil, sindirim sistemi iltihapları ve tahrişlerine karşı koruyucudur.
KINAKINA
Cortex Chinae midevi, sıtma ve gribal enfeksiyonlara karşı koruyucu, kalp yatıştırıcıdır.
KISA MAHMUT
Chamaedrys midevi, uyarıcı, şeker hastalığına karşı etkilidir.
KIZILCIK
Corni maris Etkili ve zararsız bir ishal kesicidir.
KİTRE
Tragacantha Boğaz hastalıkları ve iltihaplarında koruyucudur.
KUDRET NARI
Momordicae charantiae Mide ve barsak ülserine karşı dahilen kullanılır. Yara, çıban ve ekzemalarda haricen kullanılır.
KUŞBURNU
Rosae caninae Bilhassa C vitamini bakımından zengindir. Kabız ve kuvvet vericidir. Şeker hastalığına karşı da kullanılır.
LAVANTA
Flos Lavandulae İdrar artırıcı, romatizma ağrılarını dindirici, antiseptik, sinir ve kalp kuvvetlendiricidir.
MAHLEP
Pruni mahaleb Afrodizyak, balgam söktürücü, nefes darlığı ve prostat için, ayrıca şeker hastalığına karşı kullanılır.
MENENGİÇ
Terebinthina Chia Dahilen idrar ve solunum yolları antiseptiği olarak kullanılır.
MEYAN KÖKÜ Radix Liquiritiae Göğüs yumuşatıcı, balgam söktürücü, tad düzeltici ve öksürük kesici etkileri vardır.
MISIR PÜSKÜLÜ Stylus Maydis İdrar söktürücü ve taş düşürücüdür.
MUSKAT Myristicae Gaz söktürücü ve antiseptik olarak bilhassa karın ağrıları için kullanılır.
MÜRSAFİ Gummi Myrrihae Antiseptik ve uyarıcıdır. Bilhassa solunum yolu hastalıklarına karşı kullanılır.
NANE Folium Menthae Özellikle sinirsel kaynaklı mide bulantılarını kesici olarak etkilidir.
OĞULOTU Folium Melissae Yatıştırıcı, midevi, terletici ve antiseptiktir.
PAPATYA Chamomillae vulgaris İdrar artırıcı, yatıştırıcı, safra söktürücü, boğaz iltihaplarında ve iltihaplı yaralara karşı etkilidir.
PELİNOTU Herba Absinthii Midevi, ateş düşürücü, adet getirici etkileri vardır.
REZENE Foeniculi Midevi, gaz söktürücü ve süt artırıcıdır.
SAFRAN Crocus Stigmata Uyarıcı, iştah açıcı, adet söktürücü, koku ve renk vericidir. Değerli bir baharattır.
SALEP Tuber Salep Afrodizyak, kuvvet verici, çocuk ishallerini kesicidir.
SANDALOS Sandaraca Haricen ve dahilen romatizma ağrılarını dindirici olarak etkilidir.
SARI SABIR Aloe Kalın barsağa etkili bir müshildir.
SARI KANTARON Herba Hyperici Dahilen antispazmotik, kabız, yatıştırıcı, haricen ise antiseptik ve yara iyileştiricidir.
SERVİ KOZALAĞI Cupressi Çocukların gece işemelerinde, haricen basura ve kokulu ayak terlemelerine karşı kullanılır.
SİNAMEKİ Folium Sennae Kalın barsak üzerinde etkili olan, kuvvetli bir müshildir.
ŞAHTERE Herbe Fumariae İdrar artırıcı, yatıştırıcı, zayıflatıcı ve tansiyon düşürücüdür.
ŞEYTAN TERSİ Gummi Asa foetida Sinir sistemi yatıştırıcısı, hazmı kolaylaştırıcı ve gaz söktürücüdür.
ÜZERLİK TOHUMU Semen Pegani Kurt düşürücü, adet söktürücü, uyuşturucu, terletici ve yatıştırıcıdır.
ZAHTER Saturejae hortensis Şeker hastalığına karşı kullanılır.
ZENCEFİL Rhizoma Zingiberis Yatıştırıcı ve gaz söktürücüdür.
ZERDEÇAL Curcuma longae Midevi, gaz söktürücü ve safra artırıcıdır.
ZULUMBA Rhizoma Zedoariae İştah açıcı, uyarıcı, idrar artırıcı, balgam ve gaz söktürücüdür.
ACI ELMA YAĞI Salvia Triloba Gaz söktürücü, midevi, ter kesici, idrar artırıcıdır. Haricen yara iyi edici ve antiseptik olarak kullanılır.
ANASON YAĞI Oleum anisi Sinir sistemi uyarıcısıdır.
BADEM YAĞI Oleum Amygdalae Dahilen müshil, haricen yumuşatı- cı ve yara iyi edici olarak kullanılır.
BİBERİYE YAĞI Oleum Rosmarini Haricen romatizma ağrılarını dindirici olarak kullanılır.
CEVİZ YAĞI
Juglandis regiae Müshil ve safra artırıcı olarak kullanılır.
ÇAM TERE- BENTİN YAĞI
Oleum Terebinthinae Neft yağı olarak da tanınır. Hari- cen romatizma ağrılarını giderici ve saçları besleyici olarak kullanılır
ÇÖREKOTU YAĞI
Nigellae sativae Haricen saç dökülmesi ve kepeğe karşı kullanılır.
DEFNE YAĞI Lauri expressum Romatizma ağrılarını dindirici ve vücut parazitlerini öldürücüdür. Ayrıca, saç dökülmesini de önler.
HİNT YAĞI
Oleum Ricini İnce barsak üzerinde etkili olan ve tahriş yapmayan bir müshildir
KAKAO YAĞI
Oleum cacao Basur memelerini, kadınların göğüslerindeki yara ve çatlakları yumuşatmak için haricen kullanılır.
KARANFİL YAĞI
Oleum Caryophylli Dişhekimliğinde antiseptik ve ağrı kesici olarak, dahilen ise gaz söktürücü olarak kullanılır.
KEKİK YAĞI
Oleum Thymi Dahilen safra artırıcı, kurt düşürücü ve ağrı dindirici, haricen ise antiseptik olarak kullanılır.
KETEN YAĞI
Oleum Lini Bezir yağı olarak bilinir. Yara ve yanık tedavisinde kullanılır.
KARABAŞ YAĞI
Lavandulae Romanae Haricen ve dahilen antiseptik olarak kullanılır.
LİMON YAĞI
Oleum Limonis Uyarıcı ve koku verici olarak kullanılmaktadır.
MERSİN YAĞI
Oleum Myrti Dahilen bronşit, verem ve belsoğukluğu gibi hastalıkların tedavisinde ve şeker hastalığına karşı kullanılmaktadır.
NANE YAĞI
Menthae Piperitae Hafif antiseptik, ferahlatıcı, koku verici ve mide bulantılarını giderici olarak kullanılır.
OKALİPTÜS YAĞI Oleum Eucalypti Antiseptik olarak haricen kullanılır.
SIĞLA YAĞI
Styrax Liquidus Haricen antiseptik, yara iyi edici ve anti paraziter olarak kullanılır.
SUSAM YAĞI Oleum Sesami Dahilen müshil olarak etkilidir. Şe- ker hastalığına karşı da kullanılır.
TARÇIN YAĞI Oleum Cinnamomi İştah açıcı ve midevi olarak dahilen kullanılır. | |
| | | !_RaiN_MaN_! Yeni Üye
Mesaj Sayısı : 82 Kayıt tarihi : 25/04/07
| Konu: Şifalı bitkiler Misvak diş sağlığı Mayıs 2nd 2007, 1:17 pm | |
| Şifalı bitkiler Misvak diş sağlığı
--------------------------------------------------------------------------------
Erak ağacının dalından, mümkünse parmak kalınlığında ve 20 santim kadar dalı kesilir. Bir bardak tuzlu suya ucundan dış kabuğu soyularak batırılır. Uc kısmı liflere ayrıldıktan sonra diş temizliği için kullanılır.
Misvakın diğer diş bakımı yöntemlerinden üstün bir takım yönleri vardır. Diş macunları, naylon fırçalar ve diş ipleri kullanımına göre avantaşlarını söyle sırılıyıbiliriz.
Konu hakkında bilgisi olmayan kişi, misvak kullanan bir kişiyi gördüğünde biraz dehşete düşer çünkü bu kişiyi tanımamaktadır ve dışarıda bir yerde cebinden misvakı çıkarıp dişlerini fırçaladığını görür. Bu görüntü onun pis ve kötü bir uygulama olup ona karşı bir tepki oluşur. Oysa ki misvakın içindeki özel bir madde sayesinde ağıziçinde üreyen mikropları vantuz gibi içine çeker ve bu bakterileri öldürür. Dişlerimizi temizleyip uygun şekilde cebimize koyduğumuz misvak ıslaklık sonucu bakteri ve mantar üremez. Misvak parçasını ıslak ve uygun olmayan bir yere koyulduğunda denemek için bu ortamda bile küf bakterilerinin yaydığı kötü koku oluşmaz. Alıp burnumuz ile kokladığımızda tertemiz miş gibi bir kokusu olacaktır. Bu özelliğinden dolayı, yolda, otobüste, sinemada, otelde, tatilde, kitap gazete okurken ve aklınıza gelibilecek size uygun olan her yerde diş temizliğinizi yapabilirsiniz. Tercih ve özgürlük size ait. Bu özgürlüğünüzü kullanırken kimseye farkettirmeden yapmanız önemlidir çünkü sizi tanımayan kişiler bu davranışınızı gördüğünde rahatsız olabilir.
Dört sistem bir arada; bunlar Diş macunu, diş fırçası, diş ipi, ve su. Bir yere gittiniz, örneğin sinemadasınız karanlık bir yerde aklınıza geldi misvak ile dişlerinizi temizlemeye başladınız, tükrük su yerindedir ağız içinde biriken kalıntıları rahatlıkla yutabilirsiniz. İçindeki madde sizin hem midenizi koruyacak hem de mide asidiniz ağızınızdan indirdiğiniz bakterileri öldürecek. Eğer midenizde gaz varsa bu gazın dışarı atımını sağlayacak böylece gereksiz ağrılardan kurtulacaksınız. Ayrıca ince lifler diş aralarınıza nufus ederek diş ipi kullanmanıza gerek kalmayacaktır.
Büyük çaplı diş macunu firmaları olayın farkına varmışlar ve ürünlerinde misvak katkısı kullandıklarını reklamları sayesinde ilan etmişlerdir. Misvak özlü diş macunları misvak aroması içermektedir ve doğal ortamından uzak olduğundan aynı etkiyi göstermeyecektir. Ayrıca toplumumuz , batının enformasyon etkisinde kalarak, nesillerimiz onların mükemmeliyetciliğini algılayarak böyle faydalı geleneksel unsurları gözardı etmişlerdir. Toplumumuzda diş temizliği ve sağlığı konusunda gerek uygulama bakımından gerek se sağlık sisteminin yetersizliğinden dolayı,önemli ağız ve diş sağlığı poroplemlerinin oluşmasına neden olmuştur.Vucudumuzun bütününü sağlık sorunlarını tetikleyen diş bakımsızlığı dikkatlerden kaçmamalıdır. Burada geleneksel diş temizliği alışkanlıklarını, eğitim ve medya organları tarafından dışlayıcı poropogandalarının bir sonucudur. Misvakın özellik arzeden durumu diğer şifalı bitkilerden ayrı olarak, sosyal bir içerik olması bakımından önemlidir. | |
| | | | _GENEL_KÜLTÜR_ | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|